-
Söz verdik!
01.04.2025, 06:49, Berlin Gündem ağır. Duran hayatlar, söz verdiğimiz gençler… Günlerdir okumuyorum, yazmıyorum. Kendimizi kandırmanın da bir anlamı yok. Hayat bizler için devam etti, her dakika gündemi takip ederek, yaşananlara söverek, sırtımızda Sisifos’un kayasıyla da olsa. Yaşanan her felaketin ardından olduğu gibi… Bu uzun bir süreç. Zincirlerimizi koparırken yaşamaya, kendimizi iyileştirmeye mecburuz. Bazen en küçük… Continue reading
-
İnsaflı kurgular, insafsız kaderler
17.03.2025, 06:27, Berlin Cumartesi akşamı yarı fantastik bir ajan filmi izledim. Hikâye, iki ajanın türlü tesadüflerin ardından birbirine âşık olmasıyla başlıyordu. O güne dek soğukkanlılıkla icra ettikleri mesleklerini hiçe sayarak bu aşkın peşinden gittiler ve kendilerini soluksuz bir maceranın içinde buldular. Macera sona erdiğinde, kahramanımız olan kadın, buluşma noktasına gidip sevdiği adamı beklemeye başladı.… Continue reading
-
Evde yokken misafir gelmiş!
Bir gün parka gitmedim, bahar gelmiş. Ağacından çalısına türlü türlü bitki nasıl böylesine senkronize olabilmiş de yeşillenmiş, şaşkınım. Yüz insan koysak; kolumuzda saatlerimiz, elimizde iletişim kelepçelerimiz böylesini yapamayız. Düzenden çok ayrı düşmüşüz. Saate ve telefona değil, düzenle bir olmaya ihtiyacımız var. Geçen yaz parkta kitap okumaya başladım ama genellikle akşam saatlerine ya da hafta sonuna… Continue reading
-
Mukadderat!
Dün gece rüyamda bir pandemi başlamıştı ve hareket edemiyorduk. Pandemisiz, özgür günlerimizi düşünürken içim daralıyordu. Rüyamda “Yarın bloga bu his hakkında yazmalıyım,” dedim. Görünen o ki pandemi depresyonu da beni yazmaktan alıkoyamamış 🙂 Ee sabah kalktım pandemi yok. “Ben de olmamasının hissini yazayım öyleyse,” dedim. Bir süredir meditasyona ve şükür egzersizlerime geri döndüm. Rüyamın verdiği… Continue reading
-
Emek gasbı
Margaret MacDonald Mackintosh’un The Opera of the Sea (Denizin Operası) isimli eseri size de benim kadar Klimt’in Der Kuss (Öpücük) tablosunu çağrıştırmıyor mu? Eğer öyleyse, yalnız değilsiniz. Ben de bu benzerliği, The Story of Art Without Men (Erkeksiz Sanatın Hikâyesi) isimli kitap sayesinde öğrendim. Margaret, Klimt’ten beş yıl önce bu eseri yaratmış. Ne var… Continue reading
-
Mahcubiyet ve Haysiyet – Dag Solstad
Dag Solstad çok farklı bir yazar. Az ama öz eserleriyle kendine hatırı sayılır bir okur kitlesi yaratmayı başarmış, damıtılmış cümleleriyle insanı darmadağın eden, üzerine günlerce düşündüren biri. Kitabı bitireli neredeyse on gün oldu, hâlâ zihnimde dönüp duruyor. Böyle etkileyici kitaplar ve yazarlar beni her zaman heyecanlandırıyor. Kitabı Banu Gürsaler Syvertsen’in çevirisinden okudum. İnce olmasına rağmen… Continue reading
-
Berlin’e dönüş
Kendimi ‘küçük yer insanı’ olarak tanımlarım. Küçük yerde yaşama isteğimi dillendirip dururum. Küçük yerden on sekiz yaşımda çıktım. O günden beri kocaman şehirlerdeyim. Bir terapist endişelerim arttığında kafamda mutlu bir yer yaratmamı ve güvenli bir yer olarak oraya sığınmamı salık vermişti. Güvenli yerim lacivert sulara uzayan sakin bir iskeleydi. Küçük yerde yaşalama hayalimin de şehir… Continue reading
-
Kimlikler
02.03.2025, 10:37, Tromsø Bir kafede oturuyorum. Önümde deniz onun arkasında da karlı dağlar uzanıyor. Yolda bana martı çığlıkları ve deniz kokusu eşlik etti. Dünyanın en şahane yerinde de olsak coğrafyaya alışkın olmayınca tuhaf bir tekinsizlik duygusu oluşuyor. Dünyanın ucunda olma hissi değişik. Buzun ilk kez betonlaştığını görüyorum. Kayma tehlikesi korkutuyor beni. Ana kara ile tek… Continue reading
-
Selam Dünyalı!
Geçen sene Dünya bir buzulun içinden benimle konuştu. Birbirimizi yakından tanıyınca daha da etkilendik birbirimizden. Dün gece bu sefer evren göklerden bana seslendi. “Selam Dünyalı! En favori insanlarımdan biri sensin, kıymetini bil,” dedi. “Bilmem mi efendim! Duygularımız karşılıklı. En çok istediğim şeylerden birini gerçekleştirdiğiniz için teşekkür ederim,” diye cevapladım. Yaşı benden epey büyük, ‘sen’ diyecek… Continue reading
-
Sitronscones
Tromsø‘da sevimli bir kafe. Norveç Halk Hikâyeleri kitabım ve yeşim çayımla mutluyum. Tuzlu bir şeyler almak için tezgâha gidiyorum. Gözüme yuvarlak, ekmek tipli bir şey çarpıyor. Kurabiye veya şekerli hamur insanı değilim. Ama aklıma düşüyor bir kez, denenecek. Tadım yapılıyor. Bana seslenen bu ekmekçik babaannemin çocukluğumdaki kurabiyeleriyle aynı tat. Belki şekeri biraz daha az. İki… Continue reading