“Bir zamanlar ait olduğu gövdeden kopup incecik oluklara hapsolan buzlar çok geç eriyeceklerdi. Hıristiyan tarih yazımının başlangıcından on üç bin yıl kadar önceydi, son buzlar da su oldular; sızdılar toprağa, havaya kanştılar; yağmur olup yağdılar; yerle gök arasında devinmeye başladılar. Toprak iyice doyduğu için artık alamayınca onları içine, mavi kilin üzerinde toplandı su, yükseldi, yükselip aynadan bir bıçak oldu, kesti kara toprağı boylu boyunca. Ve bir oyuğun içinde yeniden zuhur etti, buharlı ve berrak bir göl cisminde. Suyun bıçkın buz iken topraktan çalıp götürdüğü kumlar şuradan buradan gelip gölün içine aktılar şimdi, dibine çöktüler; suyun altında sıradağlar kurdular; su başka yerlerde gittiği kadar yürüdü toprağın derinlerine. Göl bundan sonra aynalı yüzünü Mark’ın1 tepelerinin arasından gökyüzüne çevirecekti, yeniden serpilen meşelerin, gürgenlerin ve çam ağaçlannın koynunda yatacaktı sere serpe, tertemiz bir çarşaf gibi ve bir gün insanlar zuhur edince, o insanlardan bir de isim edinecekti kendine: Mark Denizi. Bir gün o da yok olacak. Çünkü her göl gibi fani, her boşluk gibi o da sadece bir gün yeniden ve külliyen doldurulmak için var.”
“Her şeyi gömmek lazım. Acı bir şey bu. Meissen porselenleri, kalaylı ibrikleri, gümüş takımları. Sanki savaştayız. Ebediyen mi gömüyor yoksa sadece geri dönene kadar saklıyor mu, kendisi de bilmiyor. Ve aslında, belki ikisi de aynı şey zaten.”
“Yahudilerin havlusuyla kurulanıp tekrar yerine asmıştı. Beyaz bir havluydu. Birinci sınıftı. Sonra Reich Kültür Dairesi’ ne yazılmıştı. Sonra iskelenin yanına bir de kayıkhane inşa etme izni almıştı. Havlusu aşağıdaki müştemilatta hala asılı duruyor, yeşil.”
“Mimar alışverişten kar sağladığı için Maliye’ye yüzde altı oranında bir Yahudilerden Arındırma Kazancı Vergisi ödüyor.”
“Var olduğundan şimdi artık hiç kimsenin haberi yok… Kelimeler sahipsiz kalıp, yalnız bir tesadüf eseri mi buraya, onun kafasının içine düştüler yoksa hakikaten ona mı aitler? Söyleyecek kimse yok. Zaman onunla annesinin ve babasının, onunla tüm insanlığın arasına girdi, tutup kolundan çekti ve bu karanlık odanın içine kapattı.”
“Lakin canavara dönüşmeden önce vatandan kaçmayı başarmış olanlar geri dönsünler veya dönmesinler, evden aldıkları haberlerle yalnız sürgün yılları boyunca değil ebediyen evsizliğe itildiler. Eve dönmek istiyorum, bütün istediğim eve dönmek – bunu o da o zamanlar hep düşünmüştü. Ural Dağları’ndan sözcükleri hece hece, bir makineli tüfek salvosu gibi savurmuştu vatana. Artık tek bir ülkeyi değil, tüm insanlığı vatan belleyecek ve sıla hasreti yerine hiç geçmeyen bir şüphe sızlayacaktı yüreğinde.”
“Yaban elde yabancı olmak, kendi evinde yabancı olmaktan evladır.
Hindiba evdekinin aynısı, tarlakuşları desen, öyle. Şimdi, yaşlanınca kocasının kırk yıl önce tekrarlayıp durduğu cümleye çıktı yolu. Ne derdi hep, senin köyündeki hindiba benim memlekettekinin aynısı, tarlakuşları da öyle – Ukrayna’dan kaçıp gelmişti. Atalarının ardında bırakıp Rusya’ya göçtüğü Bavyera hakkında isminden başka bir şey bilmeden, orada da muhakkak hindiba vardır, tarlakuşları bulunur diye düşünerek. Elbette kocasının atalan da o eski günlerde bu cümleyi söylemişlerdi, hani yetmiş-seksen yıl geriye gidersek. Cümleler mi insanları arayıp buluyor, diye düşündü bir an, yoksa tersi mi oluyor, yoksa cümleler biri gelsin de onları alsın diye bekliyorlar mı bir köşede, haydi canım, böyle şeylerle uğraşacak ne çok vaktin var senin, saçmalık işte.”
Jenny Erpenbeck, Gölün Sırrı
“Egemen olan, erkek değerleridir. Kaba bir şekilde söylersek, futbol ve spor “önemli”dir; modaya tapınmak, kıyafet satın almak ise “önemsiz”. Ve bu değerler kaçınılmaz olarak hayattan kurmacaya taşınır. “Bu önemli bir kitaptır,” diye varsayar eleştirmen, “çünkü savaşla ilgilidir.” “Bu önemsiz bir kitaptır, çünkü bir salonun içinde kadınların duygularıyla ilgilidir.” Bir savaş alanındaki sahne, bir dükkândaki sahneden daha önemlidir — her yerde ve çok daha ince yollarla bu değer farkı sürer gider.”
Virginia Woolf, A Room of One’s Own
“Melanezyalı yerliler gökyüzünden geçen uçaklara hayran kalmışlardı. Ama bu nesneler asla onlara doğru inmiyordu. Ancak beyazlar, onlar; bu nesneleri yakalamayı başarıyordu. Ve bu, onların havadaki uçakların dikkatini çekecek olan benzer nesnelere yerde, belli mekanlar üzerinde sahip olmasındandı. Bunun üzerine yerliler, dallar ve sarmaşanlarla· bir uçak simülakrı inşa ettiler, geceleri özene bezene aydınlatacakları bir toprak parçasının sınırlarını çizdiler ve gerçek uçakların oraya inmesini sabırla beklemeye koyuldular.
Günümüzde kentlerin balta girmemiş ormanlarında gezen avcı-toplayıcıları ilkellikle suçlamaksızın (ayrıca, neden bunu da yapmayalım?) bu öyküden tüketim toplumu üzerine bir ders çıkarılabilir. Tüketim kazazedesi de simülakr nesnelerden ve mutluluğun karakteristik göstergelerinden oluşan tüm bir aygıtı işlerliğe sokar ve ardından (bir ahlakçının umutsuzca diyeceği tarzda) mutluluğun konmasını bekler.
Burada mesele bir çözümleme ilkesi görmek değildir. Söz konusu olan, yalnızca, özel ve kolektif tüketici zihniyettir. Ama, hayli yüzeysel bir düzeyde şu karşılaştırma göze alınabilir: Tüketimi yöneten büyülü bir düşünce, günlük yaşamı yöneten mucizevi bir zihniyettir; bu, düşüncelerin mutlak-gücüne inanç üzerine ku rulu bir şey olarak tanımladığımız ilkel bir zihniyettir. Buradaki inanç, göstergelerin mutlak-gücüne duyulan inançtır. Bolluk ve “refah” aslında yalnızca mutluluk göster gelerinin birikimidir. Nesnelerin kendilerinin verdiği tatminler, simülakr uçaklara, Melanezyalıların küçültülmüş modellerine eşdeğerdir; yani, potansiyel Büyük Tatmin’in, Bütünsel Bolluk’un, kazazedelerin son Sevinç’inin öngörülen yansımasıdır; bu yansımanın verdiği umut günlük hayatın sıradanlığını besler. Bu küçük tatminler, hala yalnızca büyü pratikleridir, Bütünsel Refah’ı, Kurtuluş’u ele geçirmenin, büyü kuvvetiyle ortaya çıkarmanın araçlarıdır.” – Az önce Durum güncellemesi isimli yazımı yazıp yayımladım ve ardından ilk okuduğum şey bu bölüm oldu. Anlattıklarımla daha doğrusu yakındıklarımla inanılmaz bir paralellik var. Bağımlılık olarak tanımladığım durum tüketim bağımlılığı olsa gerek. Edebiyatı da tüketir hâle gelmişim. Bu karşılaşmayı mucizevi kılarak yine mekanizmanın kendisine hizmet ediyorum. Kısır döngü 🙂
Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu
“Dünya dinleriyle mitolojilerinin birleştirici gücünü karşılaştırmanın ve keşfetmenin önemi elbette yirminci yüzyılda anlaşılmaya başlanmadı. On üçüncü yüzyılda, büyük tasavvuf düşünürü, Mevleviliğin kurucusu Celaleddin Rumi bize bütün dini ayinlerle öykülerin aynı “hakikate” ulaşan farklı yollardan başka bir şey olmadığını hatırlatmıştır. Can alıcı nokta, kişinin kendi öyküsüne, kendi yoluna çok bağlanıp, diğer öykülerle yolların geçerliliğini anlamayacak hale gelmemesidir.“
David A. Leeming, A’dan Z’ye Dünya Mitolojisi
“Hac yolu salt bir geçit değil, bir Orada’ya geçiştir. Zaman bakımından, hacı, kurtuluş getirmesi beklenen geleceğe giden yoldadır. Bu bakımdan, bir turist değildir. Turist için geçiş yoktur. Onun için her yer, Burada ve Şimdi’dir. Bir turist tam anlamıyla yolda değildir.Patikalar kısırlaşarak görmeye değer olmayan içi boş geçitlere dönüşmüştür. Burada ve Şimdinin mutlaklaşması aradaki mekanların tümünü anlamdan yoksun bırakır. Bugüne özgü bir deneyimi, geçişlerin azlığını niteler.
Salt hedefe yönelmişlik, hedefe varmak için aşılması gereken mekansal aralığı olabildiğince hızla aşılması gereken bir engele dönüştürür. Salt hedefe yönelmek aradaki mekanı bütün anlamından yoksun bırakır. İçini boşaltarak kendi başına bir değeri olmayan bir koridora çevirir. Mekansal aralığı aşmak için gerekli olan zamansal aralığın tamamen ortadan kaldırılması girişimidir hızlanma. Yolun zengin semantiği ortadan kalkar. Yolun bir kokusu yoktur artık. Hatta yol da ortadan kalkar. Hızlanma dünyanın semantik açıdan kısırlaşmasına yol açar. Mekan ve zaman artık çok da anlamlı değildir.”
“İnternet uzamı da yönsüz bir uzamdır. Birbirinden temelde farklı olmayan olası bağlantılardan veya linklerden oluşur. Hiçbir yönün veya seçeneğin diğerlerine önceliği yoktur. İdeal durumda, yön değişimi her zaman mümkündür. Bir nihailik yoktur. Her şey yüzer gezer durumda tutulur. İnternet uzanımda hareketin formu yürüme, adım atma veya uygun adım ilerleme değil, sörf yapma veya taramadır (browsen sözcüğünün esas anlamı “otlama” ya da mecazen “göz gezdirme”dir). Bu hareket formları bir yöne bağlı değildir. Sabit bir yolları da yoktur.”
Byung-Chul Han, Zamanın Kokusu