“Ama orası benim kendi ülkem değildi: Yalnızca oradan
geçiyor ve gizli bir korkuyla düşündüğüm bir eve dönüyordum,
onu durdurmak bana düşmez gibi geldi bana. Bir birey olarak
ahlaki görevinin böylesine açıkça ortaya serildiği bir anda insanın,
kendisinin o kadar da önemli olmadığını düşünmesi öyle kolay ki.
Ona karşı koysaydım belki de daha sonra olanların hiçbiri olmazdı.
Ama bir kere olsun bunu bir başkası yapsın diye düşündüm! Kendi
kaderlerimiz üzerindeki denetimimizi böyle kaybediyoruz işte.”
“Herhalde bir sanatçıyla sıradan bir kişi arasındaki fark da bu: Sanatçı
niyetlerinin mükemmel bir kopyasını kendi dışında yaratabiliyor.
Biz diğerleri ise ne kadar muhteşem, parlak bir şey hayal
etmiş olursak olalım, sadece bir karmaşa ya da işe yaramaz, cansız
bir şey yaratabiliyoruz. Biz diğerleri de körleme atlayıp içgüdüsel
olarak kendimizi gerçekleştirmemizi sağlayacak bir bölmeye sahip
değiliz demek istemiyorum ama bir şeyleri kalıcı bir varlık olarak
bir araya getirmek başka türden bir başarı. Çoğu insanın buna en
çok yaklaştığı durum çocuk sahibi olmak oluyor. Hatalarımız ve
sınırlamalarımızın en açık seçik ortaya çıktığı yer de orası!”
“L’ye ünün, meslek hayatının başında, daha yirmili yaşlarındayken çok güçlü bir şekilde geldiğini hatırlıyorsundur, Jeffers. O tarihten sonra, sanki taşısın diye eline çok ağır bir nesne verilmiş gibi hissetmiştir herhalde. Böyle şeyler deneyimin akışını saptırıyor ve kişiliği şekilsizleştiriyor. Şimdi geriye dönüp baktığımda, o sırada yaşadığım şey, belki yalnızca bölmelere ayrılmış olan kendi tabiatımla karşı karşıya kalmış olmanın dehşetiydi. Kendilerini aynı şekilde bölmelere ayrılmış halde tutan başka kimselere neyi gösterip neyi göstermeyeceğime karar verdiğim şeyleri tutuyordum bütün bu bölmelerde! O ana kadar Tony gözüme tanıdığım en az bölünmüş insan olarak görünürdü: Her halükarda, azalta azalta kendini iki bölmeye indirmişti, söylediği ve yaptığı şeyler ile söylemediği ve yapmadığı şeyler. Ama L karşılaştığım ilk tamamen bütünleşmiş kişiydi ve sanki kapana kıstırılması gereken bir yabani hayvanmışçasına, içgüdüm onu yakalamamı söylüyordu. Ama aynı zamanda da, L’nin tabiatında yakalanmamak olduğunu ve yalnızca korkunç bir özgürlük içinde ona katlanmak zorunda kalacağımı da fark ediyordum.”
“Bir kere, bir kadın bedeni içinde doğmuş olmamak başlı başına bir şanstı: Kendi özgürlüğünü göremiyordu çünkü bunun kendisinden ne kadar temel bir biçimde esirgenmiş olabileceğini kavrayamıyordu. Dilenmek başlı başına bir özgürlüktü, en azından muhtaçlık durumuyla eşitliği ifade ediyordu. Benim kayıp deneyimlerimse, dedim, bana tabiatın ne kadar acımasız olduğunu göstermeye yaradı sadece. Tabiatta, yaralı olan sağ kalamaz: Bir kadın hiçbir zaman kendini kadere bırakıp oradan sağlam çıkmayı bekleyemez. Hayatta kalmak için komplolar kurması, birileriyle işbirliği yapması gerekir ama bunun ardından aydınlanmaya ermesi nasıl mümkün olabilir?”
“Bakışınız bir tür cinayet ama ben artık daha fazla katledilmeyeceğim.”
“Evlendiğimizde, rahibin bana gizlice, evlilik yemininden itaat sözcüğünün çıkarılmasını tercih edip etmediğimi sorduğunu hatırlıyorum; bu günlerde pek çok kadın bunu tercih ediyor, demişti, göz kırparcasına. Ben hayır diye cevap vermiştim, sözcük yerinde dursun istiyorum, çünkü birini sevmek demek, küçücük bir çocuk bile olsa ona itaat etmeye hazır olmak demektir ve pişman olmak ya da kabullenmek adına hiçbir vaatte bulunmayan bir sevgi ya tamam olmayan ya da zorba bir sevgidir. Otorite benim diye kendini üstümüze yerleştiren herhangi bir kağıttan kaplana itaat etmeye çoğumuz gözü kapalı razıyızdır!”
Rachel Cusk, Diğer Ev
“Hem ciddi hem şakacı olabilir; bazen aynı cümlede. Ama tüm eserlerinin altında derin bir ahlaki ciddiyet vardır. Pek çok iyi amaca, genç yazarlara ve çevre projelerine destek verir. Hâlâ her yıl Kuzey Kutup Dairesi’ne gider ve her bahar Pelee Adası’na kuş göçünü izlemeye.”
“Kurmaca dışı okuma listem yerlerde yığılı kitaplardan ve gevşekçe düzenlenmiş raf bölümlerinden oluşur: birçok ülkeden halkbilimi, mitoloji, halk baladları, cadılar vs — çocukluktan kalma bir ilgi — yeni eklediğim ülke: Grönland. İnsan hakları/ikinci dalga feminizm kitapları; daha da büyük bir savaş bölümü, en büyük iki kısım İkinci Dünya Savaşı (kayınpederim Kanadalı generalin koleksiyonunu devraldım, bkz. A Dusty Lunch) ve Fransız Devrimi ile Napolyon Savaşları, şu anki takıntım — çünkü devrimci bir dönemde yaşadığımızı hissediyorum. Doğa kitapları — babam ve kardeşim biyolog, Graeme bir kuş delisi olduğu için yürüyüşlerde biraz ukala ve muhtemelen sinir bozucu bir tip oluyorum. (Ama Merlin ve iNaturalist uygulamaları yeni nesil yurttaş bilimciler yarattı.) Kanadalı yazın büyük koleksiyonları — kurgu, tarih, şiir — çoğu 60’lar, 70’ler, 80’ler; sonrası çok büyüdü. Başka ülkelerden romanlar. Giyim tarihi. Ve diğerleri…
“Bu kadar şeyi nasıl biliyorum?” Zamanla birikir, kanepenin altındaki tüyler gibi. Meraklıyımdır hep.”
“Özgürlük, eşitlik ve adalet gibi evrensel idealler etrafındaki ikiyüzlülüğü, günümüzün jeopolitik gerçekleri, savaşları ve soykırım eylemleri ışığında nasıl yorumlamalıyız?
Anahtar kelime “idealler”. İdealler her zaman ulaşılmak istenen şeylerdir. Hiçbir zaman tam anlamıyla uygulanmamıştır, biliyoruz. Sorulması gereken asıl soru şu: “Biz”—ki bu çok geniş bir kategori—bu idealleri hâlâ hem arzu edilir hem de mümkün hedefler olarak görüyor muyuz? Yoksa sadece resmi günlerde tekrarlanan sözlerden mi ibaretler?
İkiyüzlülük, insan toplumlarında hep var oldu. Ama bazı dönemlerde tavan yapar, bazı dönemlerde dibe vurur. Şu anda modern zamanların en büyük demokrasisinin bu ideallerden uzaklaştığını gördüğümüz için, bu idealler uzun zamandır olmadıkları kadar çekici hedefler gibi duruyor. Bu idealler olmadan ne yapacağız, kim olacağız?”
Margaret Atwood söyleşisinden – https://www.theguardian.com/books/2025/nov/29/if-i-was-american-id-be-worried-about-my-country-margaret-atwood-answers-questions-from-ai-weiwei-rebecca-solnit-and-more?CMP=share_btn_url
https://youtu.be/X1L1Hd3xfrU?si=4gbfTA1XklqTNd2S
“Oysa cıvıl cıvıldır İzmir. Ele avuca sığmayan şuh bir kadın gibidir. Denize bakan ufak bir pencerenin önünde aşığına meze hazırlayan, kavun dilimleyip ufak bir kayık tabağa koyan, ince yazlık emprime elbisesinin içine sutyen giymemiş, kolları hafif tombul, perması uzamış, ucu sarı saçlarını taşlı bir tokayla ensesinde toplamış, kolunda bir iki ince altın bilezik olan, belki Müzeyyen adında bir kadındır İzmir benim için. Hayat dolu, umutlu, erkeğini pencerede bekleyen, belki o geldiğinde yumuşacık kalçalarıyla onun kucağına oturan, eski zamanların, çocukluktaki kadınların yumuşaklığına sahip, arada bir şarkı mırıldanan bir kadın. Müzeyyen.”
“Ruhum bağlı benim … “
“Açayım kız. Ne diyorum deminden beri.”
“Açma. Böyle kalsın. Bağlı kalayım.”
Nazlı Eray, Halfeti’nin Siyah Gülü