“Anosmatique” (koku almayan) kavramı, insanların kötü koku aldığına dair yüz yıllık bir yanlış anlamadan kaynaklanır. 19. yüzyıl sonunda Fransız nöroanatomist Paul Broca, insanların özgür iradeye sahip olmasını, koku alma merkezlerinin (olfaktör soğanlar) beyinlerine oranla küçük oluşuyla ilişkilendirdi. Hayvanlardaysa bu merkezler çok daha büyüktü. Broca’ya göre koku, hayvanlarda davranışı yönlendirirken insanlar kokulara tepki verip vermemeyi seçebilirdi. Bu yüzden insanları “anosmatique” (koku almayan), bazı hayvanları ise “osmatique” (koku alan) olarak tanımladı. Ancak İngiliz anatomist William Turner, Broca’nın bu teorisini yanlış çevirerek insanların koku alma yetisinin zayıf olduğunu öne sürdü. Yanlış anlama buradan doğdu.
Kaynak: https://www.quantamagazine.org/how-smell-guides-our-inner-world-20250703/
“Çağdaş sanat dünyasında, projesi olmadan hayatta kalmak
bir sanatçı için çok zor, hatta belki de imkansız – ya da,
resmi kültürün ister içinde ister dışında olsunlar, çağdaş
öncesi sanatçıların hiç yitirmeyeceklerini sandıkları o masum
“yaratıcı oyalanma” veya “aylaklık” durumunda kalabilmek
imkansız. Van Gogh bugün genç bir sanatçı olsaydı, ne
zaman ve neden aklını kaçıracağını; nasıl, ne zaman ve neden
kulağını keseceğini en ince ayrıntısına kadar açıklayan bir
proje önerisi sunması beklenirdi.”
Octavian Esanu
“Her ikisi de kopkoyu, yoksul bir yas içindeydiler.”
Gabriel García Márquez, Bir Salı Günü Öğle Uykusu
“Sana önce de söylemiştim, beni deniz tutacağı gün, önce denizi deniz tutar, yanıtını verdi.”
Gabriel García Márquez, Bir Kayıp Denizci
”Sabah eskimişliğin buzulları burnuma dek geliyor.”
Füruzan, Sabah Eskimişliğin
”Okşamaya değil, tespih çekmeye alışkındı parmakları.”
Tomris Uyar, Güneşli Bir Gün
”İnsan, saçı kesildi diye ölür mü Dede?”
“Bazıları ölür. Bazen ölür.”
Tomris Uyar, Ilık, Yumuşak, Kahverengi Şeyler
”Şunu eklemeliyim ki Marx tarihe kadınların bakış açısından
baksaydı, kapitalizmin insanlığın özgürleşmesinin önünü
açtığını asla varsayamayacaktı. Çünkü bu tarih gösterir ki
erkekler belli bir derece yasal özgürlük elde ettiklerinde bile,
kadınlara her zaman toplumsal olarak ikinci sınıf muamelesi
yapılmış ve kadınlar köleliğe benzer şekillerde sömürülmüş-
lerdir. Öyleyse bu kitabın bağlamında, “kadınlar” yalnızca
görünür hale gelmesi gereken saklı bir tarihi değil, aynı zamanda
belli bir sömürü biçimini ve dolayısıyla kapitalist ilişkilerin
tarihinin yeniden düşünülebileceği benzersiz bir perspektifi
ifade eder.”
Silvia Federici, Caliban ve Cadı
Leave a Reply