16.10.2023, 07:16, Berlin
Almanya’ya taşınana kadar dünyanın en soğukkanlı, realist, duygu ve empatiyle işi olmayan insanlarından biriydim. Otuzlarımda ise o yaşa kadar bastırılmış olmanın tüm tazyikiyle bilmediğim tüm duygular üzerime dökülmeye başladı. Belki gurbet etkisi. Belki de büyümüş olmak. Dünyanın acılarını hissetmeye başlayınca -Ayfer Tunç’un dünya ağrısı dediği şey- nefes almak bile çok zor. Birkaç senedir derman olamadığım acılara, insanın kusurlu yerlerine gözümü kapatıp gündemden uzak yaşamaya çalışıyorum. Ne kadar olabiliyorsa. Birkaç rahat nefes iyi geliyor ama sonra o rahat nefesin vicdan muhasebesi gelip oturuyor nefes boruma. Yazılan ve okunan her şey boş geliyor. Ama insan hep devam etmek zorunda. Değişerek, bükülerek, eksilerek. Dün yanımdan telefonla konuşurken anadilimde “Allah’ım sen bana bunu niye verdin?” diye ağlayan bir kadın geçti. İçim cızladı. O an onu durdurmak ve yardım edebilmek isterdim. Cümledeki isyandan bu işin bir dermanının olmadığı o kadar belliydi ki. Bütün gün içimde yankılandı o cümle, hala yankılanıyor. Dünya Ağrısı’nın başında Mürşit’e o kadar sinir olmuştum ki, kitap nasıl bitecek diye düşünüyordum. Bir süre sonra Mürşit’in dünya ağrısını ben hisseder oldum. Mürşit artık mutlu olsun istedim. Mürşit’in kızıyla yakınlaşma sahnesi beni en çok etkileyen bölümlerden biri olmuştu. Sanki Mürşit’in ağrı kesicisi o yakınlaşmaydı. Ağrıyı tümden geçirmiyor ama azaltıp çekilir kılıyordu. Ağrıların hiçbir zaman geçmeyeceğini artık kabullendim sanırım. O yüzden hepimize güçlü, işe yarar ağrı kesiciler diliyorum.
Leave a Reply