16.06.2024, 07:25, Berlin
…Ağaçların yeşerdiği, senin en sevdiğin mevsimdeyiz. Tam Adalar zamanı. Denize çıkan yokuşlarda sevdiğimiz ağaçları, kuşları, şairleri kovalamalıydık. Ancak bizim payımıza tahlil, hastane, doktor kovalamak düştü. Endişeli geceler arttıkça ne olursa olsun bilmek istedik. Fakat bilince azalmadı ki endişeler. Toyduk, sen yakışıklı kaldın, ben büyüdüm. Yerde tek tük kuru yapraklar var. Diğerleri canlı olduğunu cümle âleme ilan ederken, onlar neden dallarına tutunamamış? Ağaçlar mı atmış? Kuşlar, böcekler mi yaralamış? Rüzgâr mı eserken o kadar yaprak içinde onları hedef almış? Doğa mı karar veriyor hangi yaprağın ne zaman düşeceğine? Sen gidince ev doldu doldu, taştı. Çaylar demlendi, yemekler dağıtıldı, yaşlılar ağladı. İlk bakışta düğün evi mi cenaze evi mi ayırt etmesi zordu. Rahat edeyim diye beni küçük odaya koydular. Gitarınla bakıştık uzun uzun. Kalabalık sürekli bir şey sormak için odaya sızdı. Komşu etli türlü getirmiş, onu mu dağıtalım dışarıdan mı söyleriz? Terlikler yetişmiyor yan komşudan mı alalım, kapıcıyı mı yollayalım? Erkekler kapının önünde oturacakmış yönetici üç beş sandalye ayarlayabilir mi? Saklanacak yer yoktu. Gitar da bunaldı insandan, onu da aldım öyle çıktım. Evden çıkarken biri mutfakta sigorta primlerinden bahsediyordu, iki seneye geliyormuş emekliliği. Fark etmediler beni. Dairenin önü silme ayakkabı. Üzerlerine basarak apartman kapısına vardım. Tam nefes alıyordum ki kapının önüne konmuş ayakkabılarınla göz göze geldim. Düğün evinden tek farkımız o ayakkabıydı…
Leave a Reply