Aydınlanmanın gölgesinde

Karanlık bir oda. Ortada, tek ışık kaynağı olan güçlü bir mum veya lambanın aydınlattığı bir masa. Masanın üzerinde cam bir hava pompası içinde beyaz bir kuş, kanatlarını çırpıyor, nefessiz kalmak üzere. Masayı çevreleyen bir grup insan: kadınlar, erkekler, çocuklar… Her biri farklı bir duygunun ifadesini taşıyor. Bir kadın kuşun hazin sonundan korkmuş, gözlerini elleriyle kapatmış; yanında duran çocuk endişeyle sahneyi izliyor. Pompayı kontrol eden adamın yüzü, mum ışığının altında dramatik biçimde parlıyor. Hem bilgiye hem de insan merakının karanlık doğasına hâkim gibi duruyor. Arka plandaki pencereden gökyüzündeki dolunay görünüyor. İçerideki yapay ışıkla dışarıdaki doğal ışık arasında bir karşıtlık kurulmuş. Sanki bir bilim ritüeline tanık oluruz. İnsanın aydınlığı tanrının aydınlığını bastırmak üzere.

Tasvir ettiğim tablo Joseph Wright of Derby’e ait Hava Pompasındaki Kuş Üzerine Deney (An Experiment on a Bird in the Air Pump). Alıştığımız resim sahnelerinden epey farklı bir olay betimleniyor. Joseph Wright of Derby, 18. yüzyılda İngiltere’de yaşamış, sanat hayatına portrelerle başlasa da asıl tutkusunu tek bir ışık kaynağı çevresinde bilimsel deneyler, astronomi gibi konularda bulmuş bir ressam. Işık onun resimlerinde hem dramatik bir etki yaratıyor hem de izleyiciyi sahneye çeken bir odak noktası oluşturuyor. Eserleri, insanın evrendeki yeri, doğa ile ilişkisi, bilim ile din arasındaki gerilim gibi tartışmaları da körüklüyor. Aydınlanma Çağı’nın merakı ve tekinsizliği resimlerine yansıyor.

O dönemde, özellikle Britanya’da sanatta hâkim olan geleneksel temalar, dini ve mitolojik hikâyeler. Wright ise çağdaş bilimsel konuları kullanarak, hem konu hem de görsel teknik açısından bir yenilik yapıyor. Tabii kurumlarla da çatışma yaşıyor.

Wright’ın tablolarında ışık tanrıdan çalınan ateş gibi tapınılan yeni bir gücü işaret ediyor: bilim. Onun ışığında gölgeler de daha güçlü. İnsanın karanlık yanı açığa çıkmak üzere. Zaten insanın en büyük savaşı hep tanrıyla değil midir? Antik dönemlerden beri anlatılan hikâyeler hep onu aşma arzusu üzerinedir.

Artık bildikçe anlamlarımızın azaldığı bir çağda yaşıyoruz. Bilmek bizi mutlu etmedi. Öğrenme ya da bilim karşıtı değilim. Ama bazen bilmeye çok anlam yüklüyoruz. Bilmek enerjisini insandan alan bir güç yüzüğü gibi bizi dönüştürüyor, saflığımızı yitiriyoruz. İçimizde saklı gölgeler dışarı taşıyor. Atom bombası gibi tüm insanlığın üzerine düşen gölgelerin yanında, kendi üzerimizde gezdirdiğimiz zararı başkasına değil sadece bize olan gölgelerimiz de var: geri dönülemeyecek bir farkındalık hâli, suçluluk, yabancılaşma, ben merkezcilik, başarı takıntısı, öne çıkma arzusu…

Gölgeleri daha baskın olanlar toplum üzerinde daha çok söz sahibi. Kendi aramızda bile böyle bir hiyerarşiden söz etmek mümkün. Herkes birbirini ezmeye, en görünür olmaya çalışıyor. Öne çıkmak için ne kadar yakıp yıktığına bakmıyor. Birinin başarısı takdirden ziyade, “ben de yaparım,” ya da “neden ben değilim,” duygusu uyandırıyor.

Kaybettiğimiz anlamları yeniden bulmaya çalışırken en güçlü hazinemiz sanat. Ancak sanatı da bilime feda etmek üzere miyiz? Onu da kaybedersek elimizde ne kalacak? Wright’ın eserlerindeki gibi sanata konu olan bir bilimden değil, bilimin konusu olacak bir sanattan bahsediyorum ve bu kulağa hiç hoş gelmiyor. Dün yapay zekâya yazdırılacak bir şiir yarışmasına rastladım örneğin. Çocukluğumda Aileler Yarışıyor diye bir program vardı, bu yarışmada da yapay zekâlar yarışıyor. Peki sonucunda insanlar neden derece ve ödül alacak onu çözemedim. Yapay zekânın bir araç olarak kullanılmasına karşı değilim ama sanatın öznesi olacaksa orada bir sıkıntı var. Yapay zekâya yazdırılan kitapları zaten biliyoruz. Sonraki adımlardan biri Yapay Zekâ Nobeli mi mesela?

Bir de teknolojinin penetrasyonu meselesi var. Yediden yetmişe herkesin hayatında olan yapay zekâ aslında senelerdir güçlü devlet yönetimlerinin aklımızın almayacağı miktardaki toplum verisini analiz etme, fişleme, radikalize etme adına kullandığı bir araç. Her teknoloji sokaktaki insana yansımadan yıllar yıllar önce en gelişmiş hâlini zaten almış oluyor. Bizim hayatımızda on on beş senedir olan görüntülü konuşma, yetmişlerde geliştirilmiş bir teknoloji örneğin. Topluma anında yansımamasının sebepleri her zaman çok da karanlık olmayabilir. Çünkü öncesinde ucuzlaması, alt yapı sağlanması, yasal çerçevelerinin belirlenmesi de lazım.

Wright’ın tablosundaki o kuş hâlâ orada: camın içinde, çırpınarak bize bir şey anlatmaya çalışıyor. Işığı kutsarken unuttuğumuz şey, her ışığın bir gölge yarattığı. Pompanın sesini duyuyor olsak da sanat olduğu sürece umut var. Sanatı kaybetmeyelim.