Bakmadan duramayanlar

Artemisia Gentileschi (1593–1653 civarı), Barok döneminin en önemli ressamlarından biri. İtalyan, Roma’da doğmuş, daha sonra Floransa, Napoli ve bir süre Londra’da yaşamış.

Babası ünlü ressam Orazio Gentileschi. Artemisia, onun atölyesinde yetişti ve erken yaşta olağanüstü bir teknik yetenek geliştirdi. Caravaggio’nun çağdaşıydı ve onun ışık-gölge kullanımından etkilendi. Tabii ki Artemisia’nın hakkının teslim edilmesi yirminci yüzyılda gerçekleşti. Yine de adını sık duyduğumuz ressamlardan değil. Ona ulaşabilmek için kadınlı sanat tarihini anlatan kitapları okumamız gerekiyor.

Artemisia 17 yaşındayken babası Orazio Gentileschi, o sırada birlikte çalıştığı ressam Agostino Tassi’ye kızına perspektif dersleri vermesini istedi. Tassi, Artemisia’ya tecavüz etti. Olayın ardından evlenme sözü verdi ama sözünü tutmadı. Artemisia bunu babasına anlattı ve Orazio Gentileschi Tassi’ye dava açtı. O dönemde bir kadının ciddiye alınması neredeyse imkânsızdı, Artemisia’nın sözüne inanılması için doğrulama gerekirdi. Bu doğrulama seansları çeşitli işkencelerden ibaretti. Artemisia ifadesinden vazgeçmedi, yaşadıklarını tutarlı biçimde anlattı. Duruşmalarda Tassi’nin geçmişte başka kadınlara da saldırdığı, hatta eşini kaybolmuş gibi gösterdiği ortaya çıktı.

Tassi suçlu bulundu, hapis cezasına çarptırıldı. Ancak cezası ya hiç uygulanmadı ya da çok kısa sürdü. Bazı kaynaklara göre nüfuzlu bağlantıları sayesinde serbest bırakıldı. Floransa’ya taşındı. Mediciler tarafından desteklendi ve büyük bir ressam olarak kariyer yaptı. Şaşırmadık.

Artemisia’yı haklı olarak derinden etkileyen bu olay onun sanatını da dönüştürdü. Döneminin erkek sanatçılarının aksine, kadınları güçlü, öfkeli, dirençli ve özne olarak gösterdi. Kadın kahramanları genellikle erkek şiddetine karşı koyan, intikam alan ya da kendi kaderini kontrol eden figürler oldu.

Self-Portrait as the Allegory of Painting, Artemisia’nın en vurucu eserlerinden biri. Bu eserde Artemisia, kendini resmeder. Kendini sanatının öznesi yapar. Kadının dışarıda bırakıldığı bir alanda âdeta “Ben buradayım ve yaratıyorum,” der. Kendi yüzünü alegorik bir figüre yerleştirerek sanat ile kimlik arasındaki sınırı bulanıklaştırır.

Bugünden baktığımızda Artemisia’nın sanatla iyileştiğini düşünmek istiyoruz. Böyle büyük bir travma sanatla iyileşebilir mi emin değilim. Ancak sanatın iyileştirici gücüne önceki yazılarımda da değinmiştim. Geçtiğimiz günlerde evlerin mimarileriyle içinde yaşayanların hayatlarını birlikte konu eden bir program izlerken yirmili yaşlarının başında bir rahatsızlık yüzünden hiçbir kasını kullanamayan ancak resim yapan genç bir kadına denk geldim. Ailesi onu büyük bir tuval ve boyaların üzerine bırakıyor ve o boyaya bulanmış hâlde tuval üzerinde hareket ederek sanatını yapıyor. Yaratılış anına şahit olmak iç burkuyor ama öte yandan hem aile hem genç kadın mucizevi bir şey yapıyor. Böyle anları karşımızdakine acımadan ya da gizli bir şükür duymadan izleyebilmek zor. İnsanın en büyük defolarından biri de bu bence, başkasının mucizesine ya da umuduna kendi korkularımızın filtresiyle bakıyoruz. Sevinirken de onun adına sevinmek yerine onu benzer imkânları olmayan başkalarıyla kıyaslayarak mutluluk kırıntıları buluyoruz. Ne kadar bencil, ne kadar ben odaklıyız, kendimizi ne kadar yukarıda görüyoruz. Tüm bu yargılardan kurtulmak ne kadar zor.

Sanatın iyileştirme gücüne dönersek ben de bir süredir benzer bir şey yapıyorum. Oldum olası rüyalarımla başım dertte. Aslında bu hâli seviyorum, yaratıcılığımı beslediğini düşünüyorum. Ancak beynimin uyurken bile böylesine çalışıyor olması korkutuyor beni. Çok canlı, değme filmlere taş çıkaran rüyalar görüyorum. Uyurken hayal gücüm had safada. Her gece birkaç rüya görüyor ve ertesi sabah tümünü hatırlıyorum. Bazen rüya olduğunun farkında olarak içindeyken değiştirip daha etkileyici hâle getiriyorum onları. Rüya keyifliyse her şey süper. Ancak o gerçeklikte kötü bir rüya görmek de bir o kadar etkiliyor. O tuhaf imgeler gün boyu aklımdan çıkmıyor. Sürekli bir anlam yaratmaya çalışıyorum onlardan.

Son dönemlerdeyse beni iyileştiren bir yol buldum. Rüyalarımı ne idiği belirsiz şiirlere dönüştürüyorum. İmgeler şiirde kalıyor, ben günüme devam ediyorum. Zaten çoğunlukla fazlasıyla kapalı ve imgesel yazan biri olduğumdan bloğa düşen o tuhaf şiirler de arada kaynayıp gidiyor. Onları bütün gün kafamda taşıyacağıma buraya bırakıyorum. Belki bir gün başka bir şeye de ilham olurlar.

Belki de iyileşmek, sadece kendi karanlığımıza bakabilmek demektir. Artemisia bunu fırçasıyla yaptı, ben kelimelerle yapıyorum. Kimimiz tuvale düşüyoruz, kimimiz kâğıda. Ama bir şekilde bakmadan ve göstermeden duramıyoruz.