Berlin’de bir gün

21.03.2024, 06:32, Berlin

Berlin’le ilişkimiz çok fırtınalı. Sürekli küsüp barışıyoruz. Dün öğle aramda aslında kısa olmasını planladığım ama ayaklarımın beni bir saatten fazla yürüttüğü bir yürüyüşe çıktım. Berlin’in öykülerimde yer alan kısımlarıyla selamlaştık. Tuhaf sahneler hafızamın kumbarasına girdi. Öykülerimde geçecekleri zamanları beklemeye başladılar. Ben de Berlin’le giderek daha fazla bağ kurduğumu hissettim. Biraz gönülsüzce. Ama artık benim hayatım Berlin’deyse, Berlin de benim hayatımda. Bu düşüncelerin üzerine Ahmet Ümit de yazar için doğduğun değil, doyduğun değil, yazdığın yerdir deyince hoş bir pişti durumu yaşandı. Gittiğim her yerde yazmaya devam ediyorum ama beni yazıya başlatan şehir Berlin’dir. Bandırma, İzmir ve İstanbul’da yaşarken de yazmışlıklarım oldu ama bu işin adını Berlin’de koyduk(Berlin ve ben:)) ve yola buradan çıktık. Bu yüzden ben Berlin’den gitsem bile Berlin benden gitmeyecek sanırım. Yürürken ilkin evin yakınındaki mezarlığın önünden geçtim. Bu mezarlık bir öyküme konu olmuştur. Öykümdeki hâlinde de orijinalinde de çiçeklenen kiraz ağaçları vardır. Mart ve Nisan’da pek güzeldir. Neredeyse her gün aynı yolu yürüyorum. Her yürüyüşümde de öyküm aklıma geliyor ve heyecanlanıyorum. Şehir öykülerime girdikçe biraz daha tanıdık oluyor. Sonra parka geçtim. Parkta üstsüz güneşlenen bira göbekli bir Zeus’la karşılaştım. Akşam Ahmet Ümit de Zeus okuması yaptı. Yine bir pişti 🙂 Yürümeye devam ettim. Bu sefer Peaky Blinders kıyafetleri giymiş, köpeğini gezdiren bir kız çocuğu geçti yanımdan. Adı öykümde geçmese de bana bir öyküyü yazdıran da bu dizidir. Gülümsedim. Parktan çıkıp kimsesiz ara sokaklara karıştım. Burnuma dolan farklı farklı çiçekler geçmişi hatırlattı. Ama hangi geçmiş pek emin olamadım. Keşke koku etiketleyip de tutabilsek hafızalarımızı. Bilindik kokuları alınca bir reaksiyon oluyor vücutta. Adını koyamıyorsun ama o koku sende işaretlenmiş biliyorsun. Bahçelerden birinde hediye edilmek üzere evden kovulmuş eliptik bir bisiklet gördüm. Daha sonra bir alana derme çatma çadırlar kurmuş resim yapan sanatçılar. Alandaki çamurlaşmış su birikintisinde unicorn şeklinde bir deniz yatağı vardı. Berlin için daha iyi bir simge bulabilir miydik? Sanmam. Artık Berlin’de küçük bir Türkçe edebiyat cemiyeti de var diyebiliriz. Düzenlenen organizasyonlar artıyor. Ahmet Ümit söyleşisine giderken Berlin’in eski telgrafhanesini  gördüm. Yirmili yıllarda Berlin Avrupa’nın telgraf merkeziymiş. İçerisi ruhuna uygun korunmuş ve kiralanabilen bir ortak çalışma alanına çevrilmiş. Söyleşi Pergamon Müzesi’ndeydi. Hani şu uzuuun tartışmalara konu olan Türkiye’den kaçırıldığına mı hediye mi edildiğine karar verilemeyen, bunun iyi mi kötü mü olduğunu da asla bilemeyeceğimiz o meşhur ve görkemli Zeus Altarı’na ev sahipliği yapan müze. Müze kısım kısım açılacak olsa da 2037’ye kadar restorasyon dolayısı ile kapalı. Ah şu Almanya’nın bitmeyen inşaatları ve düzenlemeleri… Neyse ki müzeyi birçok kez ziyaret etme şansı bulmuştum. Müzenin Pergamon şehrindeki bir günü 360 derece tasvir eden Panaroma alanını bize ayırmışlar. Bu alanı daha önce ziyaret etmemiştim, çok beğendim. Biraz kanun, biraz müze müdürü, çokça Ahmet Ümit dinledik. Almanya’da imza yerine okumalar düzenlendiği için Ahmet Ümit kitabından bölümler okudu bize. Açıkçası çok güzel oldu. Umarım Türkiye’deki imza günlerinin de derinliği artar. Eve dönerken Müzeler Adası’nda beraber antreman yapan 50 kişilik bir gruba denk geldim. Yine gülümsedim. Tüm absürtlüklerin ve güzelliklerin aynı şehirde toplanması başka yerde yaşayamam duygusu da vermiş olabilir biraz. Berlin’in güzel olan sokaklarında yürüdüm. Trenlerde grev veya gecikme de yoktu. İş çıkış saatinin nefes aldırmayan yoğunluğu bitmişti. Dün Berlin bir gülümseme bıraktı hayatımda. Bir sonraki Berlin’e küsüşümde bu yazıyı okurum.



2 responses to “Berlin’de bir gün”

  1. Bu yaziya bayildim ve bu kusmelere, barismalara… ve her detaya.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *