13.01.2024, 06:45, Berlin
Çoğunlukla kaygıyı modern zaman problemi sanıyoruz. Ya da neslimizin yaşamış en bedbaht nesil olduğunu düşünüyoruz. İnsanın kibri en çok şahit olduğu ya da çektiği acılarda gösteriyor kendini. Birinci yüzyılda yaşamış düşünür Seneca “Gelecekten kaygılı bir ruh, mutsuzdur.” diyor. Sahip olduğumuz dertler, kaygılar, insanın insana ettiği zulümler insanlık kadar eski. Bu tavada kavrulmuş olan nesillerden biriyiz sadece. Yine de en harlı ateşi bizim neslimizin gördüğünü düşünmüyorum. Son günlerde Ryan Holiday ve Stephen Hanselman’in The Daily Stoic kitabını okuyorum. İçinde her gün için kısa bir stoacı metin bulunuyor. Geçen gün okuduğumda “Zen filozofunun imajı, yeşil, sessiz tepelerde ya da kayalık bir uçurumdaki güzel bir tapınakta keşiştir. Stoacılar bu fikrin antitezidir. Bunun yerine onlar pazar yerindeki adam, Forum’daki senatör, askerinin savaştan dönmesini bekleyen cesur eş, atölyesinde meşgul olan heykeltıraştır. Yine de Stoacı eşit derecede huzurludur. Epiktetos size huzur ve istikrarın çevrenizin değil, seçimlerinizin ve yargılarınızın sonucu olduğunu hatırlatıyor. Huzuru bozan her şeyden -diğer insanlardan, dış olaylardan, stresten- kaçınmaya çalışırsanız asla başarılı olamazsınız. Sorunlarınız kaçtığınız ve saklandığınız her yerde sizi takip edecektir.” diyor. Huzura ermek için hayattan kaçmayı bekliyoruz, hâlbuki zen olmak hayatın dışında kalmak değil tam aksine hayatın içine karışıp onunla bir olmak bence de. Geçen gün çok sevdiğim hocamın da dediği gibi mağduru oynamak en kolayı. Terapistim de ilk seansımızda “İnsan kontrol edemeyeceği şeyleri kontrol etmeye çalışıyor, kontrol edebileceklerine ise edemiyormuş gibi yaklaşıyor. Kaygı tam da burada başlıyor.” minvalinde bir şey demişti. Kesin daha iyisini demiştir ama benim aklımda kaldığı hâli bu. Hayatla kavga etmekten yorulmadık mı? Ben yoruldum.
Leave a Reply