Fizik dünyasında Brown hareketi diye bir kavram var. Sıvı ya da gaz gibi akışkanlar içindeki küçük parçacıkların gözle görülür şekilde rastgele ve düzensiz hareket etmesini ifade ediyor. İlk kez 1827’de İskoç botanikçi Robert Brown tarafından gözlemlenmiş ve onun adıyla anılmaya başlamış. Sırtını bilime dayayan ve dayamayan tüm disiplinlerin birbirini etkilemesi gibi bu kavramın da sanat alanında yansımaları olmuş. Ancak, beklediğim kadar yaygın olmadığını söylemeliyim.
Brown hareketi atom düzeyinde gerçekleştiği için, insanın aklına genellikle kanvasa rastgele fırlatılmış tanecikler geliyor, bunun örnekleri de yapılmış. Bir de James Baldridge isimli Amerikalı fotoğraf sanatçısının Brownian Motion isimli bir eseri var. James Baldridge sürreal bir sanatçı. Neredeyse her eserine bir öykü yazmak istedim. Eserlerine bakmak isterseniz: https://www.holdenluntz.com/artists/jamie-baldridge/brownian-motion/
Sürrealizm, Freud’un psikanaliz kuramından etkilenmiş olsa da, sansürsüzlüğü ve rüyamsı atmosferi bana Brown hareketini de çağrıştırıyor. Baldridge’in eserleri özelinde, hayal edemeyeceğimiz imgelerin absürt biçimde bir araya getirilmesi olarak da yorumlanabilir. Hatta biraz daha ileri giderek, sürrealizmi katı maddelerdeki Brown hareketi gibi düşünmek mümkün. Anlamlar akışkanlaşıyor, buharlaşıyor.
Murat Gülsoy’un son kitabı Kıyamet Sonrası Olağan Bir Gün de anlamların ortadan kalktığı bir dünyayı resmediyor. Birbirinden kopuk, birleşip anlamlı bir bütün oluşturmayan o tuhaf ve tekinsiz sahneler beni derinden etkilemişti. Hakkında yazdığım yazıya buradan ulaşabilirsiniz: https://berkeatabey.com/kiyamet-sonrasi-olagan-bir-gun-murat-gulsoy/
Sevim Burak’ın beni böylesine etkilemesi de bilindik anlatıları bozduğu için olacak. Hastaneyi bir makine gibi anlatmak, doktor muayenesini bir polis sorgusuna çevirmek anlamı kırmak değil de nedir? Onun dünyasında her şey akışkandır. Okurları olarak biz de katı kalamayız. Tencerenin siyah dibine yapışan Nurperi Hanım’dan ya da gazozların içinde kolu ayrı, başıyla gövdesiyle ayrı boğulan adamdan bir farkımız yoktur. Tüm akışkanlığımızla metnin içindeyizdir, parçalanmış, bozulmuş anlamlar arasında süzülürüz.
Ne büyük saadet Sevim Burak okumak. Bir sayfa bile okusanız hayatınız artık eskisi gibi olmuyor. Okumaktan keyif aldığım şeyler gibi yazmayı deniyorum. Dönem dönem değişiyor keyif aldıklarım. Şu aralar yazdıklarımda da bir anlam kırılması peşindeyim. Soyunduğum en zor işlerden biri olsa gerek. Ama çıkan bir satır olsa da mutlu ediyor beni.
Tıpkı parçacıkların akışkan içinde rastgele hareket etmesi gibi, sanat ve edebiyatta da anlamlar, imgeler ve duygular sabit kalmayıp sürekli hareket hâlinde, değişime ve dönüşüme açık. Sanat bize her zaman düzenin ardındaki kaosu ve anlamın ardındaki belirsizliği sezdiriyor.
Leave a Reply