12.04.2024, 07:37, İstanbul
Çocukluğum deniz kenarında vişneli dondurma yerken geldi. Seneler olmuş. Aynı tat. Aynı deniz. Farklı yakalar. Çocukluğumun İstanbul’u ben içinde yaşamazken okul tatillerinde ziyaret edilen ve küçük şehirde yapılamayan şeylerin yapılabildiği büyülü bir şehirdi. Marmara Denizi’ni beş saatte ikiye ayıran eski vapur limana yanaşırken tahta kapısı aralanır ve şehrin ilk ışıklarını o aralıktan görürdük. Şimdiki deniz otobüslerinin aksine dışarıda oturmak ve denizi koklayabilmek serbestti. Sömestir tatillerinde kar yağdığı senelerdi. Dışarıda üşüyüp içeride kalorifer sıcağıyla kaynardık. Beşinci sınıfta sanırım ilk kez yalnız bindim vapura. Büyümüşlük hissi, bir yandan da edilen tembihlerin gerginliği. Pembe çantamı boynumdan çıkarmadığımı hatırlıyorum. Gün boyu boyumdan çıkarmadığım çantadaki paramın yerinde olup olmadığını kontrol etmiştim. İstanbul’daki akrabalarım bizden başka hayatlar sürerlerdi. Sanırım İstanbul’un büyülü gelmesinin sebeplerinden biri de buydu. İlk kez gittiğim alışveriş merkezinde ilk kez yediğim McDonald’s ve ilk kez canlı gördüğüm buz pateni pistiydi İstanbul. Dün vişneli dondurma bu anıları taşıdı sahile. Yaptığım bir akraba ziyaretinde dedemin hatıraları da serildi ortaya. Doğruluğu, kimseye müdanası olmamışlığı, inadı, onun İstanbul’u. Sülalenin burnu düşse eğilip almazlığına methiyeler düzüldü. Ben artık eğilip alsam mı yoruldum diyemedim. Akşam bambaşka bir olayda bir baktım yine burunsuz kalmışım. Bizim burunların da pek yerinde durası yok demek.
Leave a Reply