Bu tatilin güzelliklerinden biri de kendime ve keyif aldığım şeylere ayırdığım zaman oldu. Normalde zamanımı hep aileye ayırırım. Senelerdir İstanbul’u gezmişliğim, bir müze ya da arkadaş görmüşlüğüm yoktu örneğin. Ama tatil sonunda yine de kimseyi memnun edemezsin. Her buluşma, her tatil yetersizdir. Bu sebeple sene boyu keşfettiğim kişisel aydınlanmalarım sayesinde İstanbul’da kendime zaman ayırdım. Gitmeden bir kamuoyu yoklaması yapmıştım ve arkadaşlarımın tavsiye ettiği oyunları listelemiştim. İki oyuna gitme şansım oldu ve Türkçe tiyatro izlemeyi çok özlemişim. Yalnız oyun süresince çalan telefonları ne yapacağız bilemiyorum. Özellikle Canavar’da telefonlar tüm oyun boyunca susmadı, ne büyük ayıp! Herhâlde oyuncu olsam sahneden inerdim diye düşündüm bir an. Oyuna gelirsek. Bizi travmatik bir hikâyenin beklediğini biliyordum. Ancak oyun öylesine normal aile meşgaleleriyle başladı ki, o travmatik noktaya nasıl bağlandığımız beni çok şaşırttı. Bir sürü ters köşe barındırıyordu. Geçişler şahaneydi. Tarla ve para kavgaları ile normalleştirdiğimiz o aile küslüklerinin ve kavgalarının esas ses çıkartılması gereken yerde gerçekleşmiyor olmasını, bu iğrençliklerin üzerini nasıl örttüğümüzü, yokmuş gibi varsaymalarımızı öylesine güzel gözümüze soktu ki. Tek perdelik olması da oyunu ayrıca etkileyici kılmış.
Leave a Reply