Cringe olmayana dek cringe olmak

05.07.2025, 06:05, Berlin

Dün, içerik üreticisi Demet Ün’ün şu cümlesine denk geldim: “Yapacağın, paylaşacağın şeyler ‘cringe’ olacak, ta ki bir gün olmayana kadar.”

Bu, sadece içerik üretimine değil, tüm yaratma süreçlerine, tüm görünür olma çabalarına yayılabilecek kadar yerinde bir tespit.

‘Cringe’ son yıllarda sosyal medyada sıkça karşımıza çıkan bir kelime. Türkçeye en yakın karşılığı ‘utanç verici’ olabilir. Ama bu utanç sıradan bir utanma değil; görülme arzusunun doğurduğu, gözlerin üzerine çevrildiği o anda insanın içinde beliriveren, ince, sızılı bir his.

Görünmek istiyorsan utançla bir ilişkin olacak. Bu neredeyse evrensel bir yasa. Bir şeyi göstermek istediğinde önce biraz utanırsın. Çünkü üretmek, kendinden bir parça bırakmak demektir. Ve o parça ortada kalırsa, kimse almazsa, işte o zaman küçük bir utanç yaşanır. Paylaşımın alıcısı belli değilse her şey biraz fazla gelir. Fazlalık hissi ve eksiklik duygusu birbirine karışır.

Utancı göze alabilmek cesaret ister. Gülünç duruma düşme ihtimalini kabul edebilmek… Bazen paylaştığın şeyin içeriği değil, sadece paylaşma hâlin bile utanç verici bulunabilir: “Kime anlatıyorsun?”, “Vaktini neden buna harcıyorsun?”

Ve evet, o utanarak, endişeyle ama içten içe gizli bir gururla paylaştığın şey ömür boyu cringe kalabilir. Bu bir piyangodur. Kazanırsan vizyoner, azimli, kararlı olursun. Kaybedersen gereksiz yere kasmış, boşuna zorlamış biri. Cringe ile azim arasında keskin bir sınır yoktur. Çoğu zaman sonucu belirleyen sadece sonuçtur bazen de zaman. İlk kelimeler hep fazladır, ta ki yerini bulana kadar. Ama sen bunu bilemezsin. Sadece söylersin. Ve yola devam edersin.

Bu yüzden cringe olmayana kadar cringe olmak bir tür inanç meselesidir.

Kendine, yaptığın şeye, onun bir gün yerini bulabileceğine…

Belki bulmaz. 

Olsun. 

Yine de bir şey yapmış olursun.

Bir şey denemiş.

Bir şey göstermiş.

Bir şey söylemiş.

Yani var olmuş olursun.

Yaptığın şeyi o kadar çok sevmelisin ki, ne utanç duymalı, ne sonuca odaklanmalısın. Ben ki kimsenin peşinden koşmamamla, değer görmediğim anda koşarak uzaklaşmamla, aramayanı aramamamla tanınırım. Ama üç buçuk yaşındaki yeğenime karşı son derece cringe bir tutum sergiliyorum.

Daha küçükken her gün dakikalarca süren konuşmalarımız, kreşe başlaması ve hayatı keşfetmesiyle epey seyreldi. Şanslıysam haftada birkaç kez konuşuyoruz. Ama o an geldiğinde, günlerdir beklediğim konuşmayı çat diye ikinci dakikada bırakıp gidebiliyor. Ses kayıtları atıyorum, ne zaman isterse beni arayabileceğini söylüyorum. Bazen duymazdan geliyor, bazen “tamam tamam” deyip geçiştiriyor. Ama bazen de öyle bir ses kaydı atıyor ki tüm çılgınlık hâli baştan başlıyor. Aşk kırıntısı dileyen eski bir sevgili gibiyim. Sezer bu hâlime çok gülüyor. Davranışlarım cringe kelimesinin sözlük karşılığı. Ama umurumda değil.

Yazıyla kurduğum ilişki de aynı böyle. Cringe olup olmadığını önemsemeyecek kadar yazmayı seviyorsan, işler kolaylaşıyor. Çalışma odam kitap ve defter yığınlarıyla kuşatılmış durumda. Üç ayrı konuda üç ayrı deftere not alıyorum. Neden? Akademisyen miyim? Araştırmacı mı? Çok satan bir yazar mıyım da yayınevi yeni roman için bastırıyor? Başkası için abartılı, komik ve cringe  görünebilecek bir durum bu. Ama benim için bir tutkunun en görünür hâli. Kurcalamadan duramadığım bir oyuncak, bir ihtiyaç.

Günün birinde başarırsam ki başarının ne olduğu ayrı bir tartışma konusudur, beni tanıyan kimse şaşırmayacak. “Zaten çok azimliydi,” diyecekler. Başaramazsam da, “Çok çabaladı ama olmadı,” denecek. Ben başarımın şaşkınlık yaratmasındansa, başarısızlığımın küçük bir hayal kırıklığına dönüşmesini tercih ediyorum ve paylaşmaya devam ediyorum.



Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *