24.05.2024, 06:28, Berlin
Bugün müzecilik ile ilgili okuduğum iki şahane yazı, dün dinlediğim Nilay Örnek ve İsmail Gezgin söyleşisi ile çok güzel denk geldi. Arkeolojik olarak dünyanın en bereketli coğrafyası Türkiye’de arkeoloji politikalarının yetersizliği hepimizin malumu. Bizim topraklarımızdan çıkan eserlerin, ki o eserler gerçekten bizim hakkımız mıdır bu da tartışmaya açık bir konudur, dünyaya yayılmasının karşısında hissettiklerimiz konusunda bile bir araya gelip ortak bir görüşte birleşememiş insanlarız. Çalma mı, hediye mi, satma mı çok su kaldırır. Ama biz bu tür olayların iyi mi kötü mü olduğu konusunda bile bir araya gelemiyoruz. Kimimiz “İyi oldu, biz koruyamazdık,” diyor, kimimiz “Eserler topraklarında kalmalıydı,” diyor. Açıkçası benim de konu ile ilgili çok elle tutulur bir düşüncem yok. Anlık duygu durumuma göre değişiyor düşündüğüm. İsmail Bey’in aktardığı bir de olay var. Metropolitan Müzesi’ne vakti zamanında sattığımız eserlerin iadesi için mahkemeye başvuruluyor. Eserlerin bizim topraklarımızdan çıktığı anlaşılıyor. Metropolitan Türkiye’ye anlaşma teklif ediyor, “Biz bu eserleri size hemen verelim, mahkemeden vazgeçin,” diyorlar. Eğer bu kararın etik kaygılarla verildiğini düşünüyorsanız en az benim kadar nahifsiniz. Eğer bu mahkeme Türkiye lehine sonuçlanır ise örnek karar oluşturacak. Ve şimdi sizi şaşırtmayacak kısım, Türkiye anlaşmayı kabul edip mahkemeyi çekiyor. Zaten belki de bunlarla ne yapacağımızı bilemediğimizden böyle hoyratız her şeye, belki üzerinde yaşadığımız toprakların kültürel mirası bize çok ağır geldiğinden bu hâldeyiz. Yine İsmail Bey’in sorduğu bir başka soru bu eserleri alıp kendi müzelerinde sergileyen ülkeler neden almışlar? Hırsızın hiç mi suçu yok? Bunlar dünya mirasıdır, insanlık için önemlidir, zayi olmasınlar, biz iyi bakarız yaklaşımı mıdır? Yoksa bu ülkelerin dünyanın sahibi olduklarını vatandaşlarına ispat etmek için en basit tabiriyle yürüttükleri bir halkla ilişkiler çalışması mı? Bugünün ‘medeniyeti’ çok kısa zaman öncesinde kafesin arkasında başka renkli insanları sergiliyordu bu kısmı çok çabuk unutuyoruz. Demek halkla ilişkiler çalışması başarılı da diyebiliriz. Bugün okuduğum makaleler de bu konuyu sorguluyor. Müzecilik anlayışları da değişmek zorunda. Son zamanlarda gezdiğim sergilerde bu kaygıyı görmeye başladım. Bazı şeyleri öyle kanıksamış ki biri parmakla gösterene kadar arızalı bir durum olduğunun farkına bile varmıyoruz. Yalan yok, bu politik doğruculuk telaşı hepimizi zaman zaman yıpratıp hep temkinli olmak zorunda bırakıyor. Öte yandan fark etmeden de ne çamlar deviriyoruz kim bilir. Ama bu telaş normal olarak kabul ettiğimiz bir sürü yanlışı da işaret ederek herkesi hizaya getirmeye çalışıyor. Kimi ne kadar hizaya getirdiği tartışılır tabii.
Nilay Örnek & İsmail Gezgin söyleşisi: https://youtu.be/Krq5RqyP6g8?si=XQN7Vuc5FI9rKATY
Değişmek zorunda olan müzecilik anlayışı ile ilgili makaleler:
https://www.artnewspaper.com.tr/2024/05/13/muzeler-uzerine-bir-elestiri-tarih-nasil-sergilenir
Leave a Reply