Üç kadının yaz kış Michigan Gölü’nde yüzmeleri ile ilgili kısa bir belgesel izledim. Kadınların; pandemiyle ve kayıplarıyla baş etme çabalarına, kendi kabilelerini bulmuş olmalarına şahane görüntülerle şahit oldum. Kadınlar yüzmeyi meditatif olarak tanımlıyor. Benim denizle kurduğum ilişki de tam olarak böyle bir şey. Kalabalığı ardında bırakıp açıklarda yalnız yüzmek, bunu 15-20 dakika için değil saatlerce yapmak, güneşi denizde doğdurmak ve batırmak, başka bir şey yapmaksızın sadece denizi izlemek ve dinlemek. Kişisel tarihimde en havalı bulduğum ve herkese anlattığım olay doğduktan sonra yazlığa götürülmem, denizle ilişkimin henüz yenidoğanken başlaması yani resmen denizin içine doğmam. Çocukken deniz manzarasız evler olabileceğini bile düşünmezdim . Ya da sokakları denize çıkmayan şehirler. Yine çocukken Japonya’da geçen bir kitap okumuştum. Balıkçılıkla geçinen köy halkı aile üyelerini aldığı için denizle küskün bir ilişki içindedir. Sahildeki kulübelerin denize bakan taraflarında pencere yoktur. Kitapta ne olduğunu hiç hatırlamıyorum ama denize küsenlerin olabileceğini düşünmemle yaşadığım o şaşkınlığı hala hatırlarım. Hiç denemedim ancak çevremdekilerin ayaklarını bile sokamadıkları sularda saatlerce yüzebilen bir insan olarak buzlu suya da girebilirmişim gibi geliyor. Almanya’dayken en çok denizi özlüyorum. Göller tat vermiyor bana. Belgeseldeki gibi denizimsi göller değil buradakiler. Baltık Denizi dersen Ege’nin Akdeniz’in bir kez bile tadını almışlar için bir üzüntü sebebidir yalnızca. Hayatımda ulaşmak istediğim nokta yaz kış yüzebileceğim o güzel denizin yanında yaşamak. Belki bir gün benim de belgeselimi çekerler.
Buluşmak Üzere
…Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni…
Can Yücel
Leave a Reply