27.04.2024, 06:41, Berlin
AKP Türkiyesi gençliğimin epey büyük kısmını kapsadığından lise zamanlarından şu soruyu hatırlıyorum: İkisi de boğuluyor. Sadece birini kurtarma şansın var. Muhammed’i mi kurtarırsın Atatürk’ü mü? Tanrı ile yakın iletişimde olan birinin bu duruma düşmesi soru içinde bir mantık hatası yaratsa da yine de tarafını bir şekilde göstermiş oluyordun. Çünkü biz en başından beri tercih yapmak zorunda bırakılan çocuklardık. Anneni mi babanı mı daha çok seviyorsun sorusu ile hayata başladıktan sonra hiçbir iki seçenekli soruda zorlanacağımızı düşünmüyorum. Problem bazen ikiden fazla şık olması. Dün bu sorunun başka bir versiyonunu yaşadım. Çalışırken dopdolu yeşil çay fincanımı devirdim. Masanın üzerindeki klavyem ve edebiyat notlarım ıslandı. Boğulan edebiyat notlarımı kurtarmayı tercih ettim. Böylece işimin en yoğun zamanında klavyesiz kalmış oldum. Ama zaten benim hayattaki ilk önceliklerimden birinin edebiyat olduğu da epeydir aşikârdır gibime geliyor. Bu seçimime şaşıran çıkacağını pek sanmıyorum. Herkes vakitsizlikten yakınıyor. Hâlbuki aklımızdaki şeyleri yapamıyor oluşumuz bir vakit değil, önceliklendirme problemi. Sevdiğimizi sandığımız şeyleri demek ki o kadar sevmiyoruz. Daha doğrusu başka şeyleri daha çok seviyoruz ve önceliklendiriyoruz. Ama kendimize karşı dürüst olamıyoruz. Behçet Çelik disiplin ile ilgili konuşurken “Deha çok çalışmaktır.” ve “Yetenek çok çalışılarak kazanılır.” dedi. Zaten çok özel yetenekler çok küçük yaşlarda tespit edilip senden benden farklı yollara giriyor. Benzer gruplar içinde yer alıyorsak o konudaki yetenek seviyemiz benzer olmalı. Aynı yerden başlayıp farklı yerlere çıkıyorsak bu yetenekten ziyade sebatımızla ilgili. Kişinin kendini kandırmasına ortak olmak istemediğimden vakit bulamıyorum lafını duyduktan sonrasını dinlemiyorum. Kimseye yukarıdan bakmıyorum. Bende de çok var o vakit bulamıyorumlardan. Senelerdir Almanca sertifikası ve ehliyet alacağım örneğin. Burada doğru kullanım vakit bulamıyorum değil, vaktim yok. Bu konulara eğilecek bir vaktim yok çünkü tüm vaktimi daha çok istediğim, daha ön plana koyduğum şeylere ayırıyorum. Kendimizi ve çevremizi boşuna hırpalamaya gerek yok. Bazen bir yola girdikten sonra vazgeçmeyi de başarısızlık sanıyor insan. Esas başarı duracağın ya da başka yola sapacağın yeri bilmek bence. Kendimizi tanımak mühim. Neyse ki buna vakit bulabilmişim 🙂
Leave a Reply