09.07.2024, 06:27, Berlin
Hızlıca eşyasını toparladı, arabadan indi. Teşekkür etmek için arkasını dönmüştü ki, araba hareket etti. Sinirle içeri daldı. Ortalama bir resepsiyonla tek ortak noktası üzerinde bir zil olan bankonun önünde beklemeye başladı. Gelen giden olmayınca ortalıktaki broşürlerde yazan numarayı aradı. Yanı başındaki telefon çaldı, kimse telefonu açmaya gelmedi. Göleti gören kavuniçi koltuklara oturdu. Boş boş bakmak iyi gelse de, içi rahat etmedi. Ziyaret edeceği müşteriyi aradı. Durumu anlattı. Yarın tekrar haberleşmek üzere telefonu kapattı. O sırada miskin hareketlerle kumaş pantolonunun altına terlik giymiş bir genç şıpıdık adımlarla bankoya yanaştı. Koltuktaki Esra’yı görünce irkildi. Ağzından cılız bir “buyurun” çıktı.
Esra durumu anlattı. Konukevi’ndeki tüm odalar boştu. Genç “Size en güzel manzaralı odamızı veriyorum.” diyerek böbürlendi. O önde, Esra arkada ikinci kata çıktılar. Oda kapısı açıldığında havasızlık yüzlerine vurdu. Genç hemen camı açtı. “Merak etmeyin sineklik var.”
Esra memnuniyetsizlikle çiçek desenli nevresim takımına ve onunla bir örnek perdeye baktı. Lotusa bulanmış bir akşam geçirecekti. Genç tam odadan çıkıyordu ki elektrikler gitti.
“Hay Allah! Bu aralar da sık kesilir oldu. Ben size bir fener getireyim.”
“Hemen gelir mi?”
“Vallahi abla, pek belli olmuyor. Gelir herhâlde yarım saate.”
Günün yorgunluğu vücudunda birikmiş Esra pek hayıflanmadı. Bilgisayarının şarjı bitmişti, deliksiz bir uyku çekebilirdi.
Genç iki dakika sonra bir fenerle geri döndü.
“Merak etmeyin buralar güvenlidir. Ben zaten hep aşağıdayım. İyi istirahatler. Telefonlarda arıza var yalnız. Bir şey lazım olursa kapıdan seslenin ben duyarım.”
Esra artık olumsuzlukları pek önemsemiyordu. Fenerin ışığı ile pijamalarını giydi. Dolunayın vurduğu pencerenin perdesini açtı. Ayın göletin üzerinde parıldayan aksini izledi. Tam uyuyakalacaktı ki göletin kıyısında bir gölge gördü. Emin olamadı pencereye ilerledi. Otlar hareketlendi, gölge kayboldu. Görevliye seslense mi diye düşündü. Vazgeçti. Belki bir hayvandı gördüğü. Perdeyi çekerken gölgeyi tekrar gördü. Uzun boylu bir erkeğe aitti. Hafif kamburu ve bacaklarının üzerine fırtlamış göbeğiyle çok tanıdık bir gölge. Babası.
Feneri aldığı gibi koşar adım aşağıya indi. Görevli yerinde değildi. Seslendi, cevap alamadı. Zaten adama ne diyeceğini de bilmiyordu. Hızlıca gölete yürüdü. Ortalıkta gölge falan yoktu. Onlarca farklı kuş ötüşü geceyi canlandırıyordu. Temiz havayla uykusu açıldı. Oturabileceği bir bank ararken bir hışırtı duydu. Sazlıklar rüzgârsız havaya rağmen pek hareketliydi. Elindeki feneri otlara tuttu.
“Baba?”
“Esra, sen misin? Neredeyiz?”
“Rüya değil mi bu?”
“Esra kayboldum. Yolumu bulamıyorum.”
“Baba sen öldün. Bulunacak yol yok artık. Sen öldün ve ben de seninle gömüldüm.”
“Ne zaman öldüm ben?”
“On beş sene önce.”
“Sana n’oldu?”
“Hayat oldu baba. Şirket, müşteri, kardeş, evlilik, Esra’yı aralarında pay ettiler. Bu kıçı kırık yerde ne işim var sanıyorsun?”
“Esra sen ressam olmak istiyordun kızım?”
“Bıraktım okulu. Şirketin başına geçtim.”
“Benim yüzümden mi?”
“Hayat yüzünden.”
“Hayallerini gerçekleştirecek bir yer biliyorum. Gel benimle.”
Birden gölete atladı babası. Dolunayın yansımasının içinden geçti, diplere daldı.
“Baba, dur gitme.”
Rüyada da olsa babasını bir kez daha kaybetmeye dayanamazdı. Peşinden atladı suya.
Ertesi sabah jön kılıklı, konukevine geldiğinde genç görevli terlikleriyle paspas yapıyordu. Esra’nın kapısı açılmayınca yedek anahtarla açtılar. Eşyası odadaydı ama Esra yoktu.
“Abi insan üstündeki kıyafeti bile bırakıp nereye gider? Başına bir iş gelmiş olmasın. Gerçi ben hep aşağıdaydım. Giren çıkan da olmadı.”
“Bilemiyorum dostum. Bana sorarsan zaten çok tuhaf bir kadındı.”
Leave a Reply