Gittiğimiz yerlerin havalı salonları varsa ve bilet bulabiliyorsak mutlaka bir opera izliyoruz. Münih’i de boş geçmedik. Salon gerçekten çok güzeldi. Bina tasarımı epey ilginçti. Fuaye birbirine bağlanan farklı salonlardan oluşuyordu. Alan çok büyük, kalabalığı pek fark etmiyorsunuz. Aynı zamanda her kısmın kendi vestiyeri, barı ve tuvaleti bulunuyor. Daha önce böyle bir sistem görmemiştim, şaşırdım. Görevliyle konuşunca o da Berlin sistemine şaşırdı 🙂 Münih’te her salon bu şekilde planlanmış. Aynı zamanda ilk kez üçü bir arada bir opera izledim. Her perde farklı bir eser: Il tabarro, Suor Angelica, Gianni Schicchi. Ortak oyuncular da oluyor, katılıp ayrılanlar da. O gün rahatsızlanan Wolfgang Koch yerine son dakikada Ambrogrio Maestri saat üçte salona ulaşmış. Oyun altıda başlıyordu. Ve kendisi hem birinci hem de üçüncü operanın baş baritonuydu. Ve muazzam bir iş çıkardı. Birinci oyuna çok bayılmamakla beraber fena da bulmadım. İkinci oyun ise konu itibariyle benim için çok sıkıcıydı. Mané Galoyan şahane bir performans sergiledi ama konunun dinsel olması, sahneye kocaman ışıklı bir haç gelmesi beni biraz itti.Sanırım dinler bir fobi hâlini almaya başladı bende. Üçüncü oyun ise çok eğlenceliydi. Münihliler’in şıklığına da değinmeden geçemeyeceğim. Almanya’da operalarda bir dress code bulunmuyor. O yüzden her tarzı görmek mümkün. Berlin’de gece kıyafetiyle gelen de oluyor, yırtık kot pantolonla da örneğin. Ama şık olma çabası genellikle bir rüküşlükle sonuçlanıyor. Pek olduramıyorlar. Münihliler’in büyük kısmı ise şık olmayı başarabilmişti 🙂
Leave a Reply