02.04.2024, 06:30, Berlin
Masal diyarları gezimiz bitti. Bal kabağına dönüştük ve eve döndük. Epeydir evdeydik, özlemişiz gezmeyi. Bir tek Sezer’le gezmeyi severim. Grup gezileri pek bana göre değildir. Sokaklar yürünmeli, müzeler görülmeli 🙂 4 gün boyunca her gün 18000 adım atmışız. Yataktan kalktığımız an ayak zonklamalarımız başlıyordu. Otuzların başlarında gezerken günde 22000 – 24000 adımları görürdük. Norveç’teki dağ yürüyüşümüzün ertesi günü bir videom var. Farkında değilim çekildiğimin. Sünnet çocuğu gibi yürüyorum. Adım atmaya hâlim kalmamış. Bir adımı 10 saniyede atıyorum. Sezer gideceğimiz yerleri soruyor beni konuşturmak için. Anlatıyorum ve yetiştiremediğim için hayıflanıyorum 🙂 Fikri aldınız, özetle iyi yürürüz. Otuzların sonralarında perte çıktığımız adım sayıları biraz düşmüş sanırım. Olsun ayaktayız ve adım atıyoruz. Ayaklarımda günlerin yorgunluğu ile müzelerden birini gezerken ve gördüğüm her sandalyeye çökme ihtiyacı hissederken, kendisini yaşama bağlayan cihazı çekçekli bir bavul gibi peşinde sürükleyen bir adam gördüm. Bir eli partnerinde, bir eli cihazda mutluluk içinde müzeyi geziyordu. Böyle şeyler gördüğümüzde kapıldığımız ilk duygu acıma ve şükür. Gördüğümüz sahneye üzülürken o kişinin hayatına da haksızlık ediyoruz bence. Evet, hayatı normal bir insana göre zor görünüyor. Ama hayatı bırakmamış, eve kapanmamış. Yaşamı seçmiş. Yaşamı sürüklüyor peşinden. Takdir etmek de kendini üstün görmek olacaktır gibi geliyor. Tüm bu duyguların yerine belki de sadece feyzalmamız gerekiyor. Yaşamak gibi bir derdi olmalı insanın. Hayat seni yorarken bile tam kapasite onu yaşamaya çalışmak. Binbir güçlükle çıkıp yürüdüğün, dengeni kurmaya çalıştığın o ip sürekli sallanıp seni düşürmeye çalışırken de. Her gün seni yataktan kaldıracak o sebep ya da sebepleri bulmak. Koşullar ne olursa olsun kendin için yaşadığın dakikalar yaratmak.
Leave a Reply