Tolstoy bu kitabı ile ilgili bir mektubunda Yaşamıma karşı okurda tiksinti uyandırmak yeni yapıtımın asıl hedefi diyor. Sanırım aksi oluyor ve dürüstlüğünün büyüsüne kapılıp onu sadece insan olmanın defolarına sahip bir insan olarak görüyoruz. Hepimiz gibi. İnsanın boşluk duygusunu ve boşluğu doldurma arayışını anlatışı muhteşemdi. Merakla okudum. Sonundan çok tatmin olduğumu söyleyemem. İnancın yaşamımızdaki kilit rolünü bilsem de inanmayı seçmesi diğer olasılıklar elendiğinde eldeki tek seçenekmiş gibi geldi. Ben pek ikna olmadım. Bu benim inanca ilişkin yargım da olabilir. Kitapta etkilendiğim çokça kısım oldu, kopyalamaya üşenmediklerimi ekliyorum.
…Eğer çıkışının olmadığını bildiğim bir ormanda yaşayan biri olsaydım bu ormanda yaşayabilirdim; ama ben ormanda yolunu kaybetmiş, kaybolduğu için korkuya kapılan, yolu bulmak için sağa sola koşup duran, attığı her adımın kafasını daha çok karıştırdığını bildiği halde oraya buraya koşmadan yapamayan biri gibiydim…
…Sen hayatım dediğin şeysin, sen, rastlantıyla geçici olarak bir araya gelmiş parçacıklarsın. Bu parçacıkların birbirini etkilemesi, değişmesi, senin içinde hayat dediğin şeyi üretiyor. Parçacıkların birbirine bu şekilde birleşmesi bir süre devam edecek, sonra karşılıklı etkileşimleri duracak ve bütün soruların sona erecek…
…Kıyı Tanrı’ydı, yön bağlılıktı, kürekler bana gösterilen kıyıya doğru kürek çekme özgürlüğü, yani Tanrı’ya kavuşma özgürlüğüydü…
Leave a Reply