Karşılaşmalar – Mustafa Sütlaş

Uzun zamandır okuduğum kitaplar hakkında yazmıyorum. Her kitapla ilgili bir şeyler yazma zorunluluğu beni yormuş. Oysa kendi hakkında yazdıracak kitap, kitaplıkta duramıyor kendini belli ediyor. Artık sadece beni derinden etkileyen, içimde bir şeyleri oynatan kitaplarla ilgili yazacağım. Okuduklarımı ve verdiğim puanları merak edenler, beni Goodreads üzerinden takip edebilirler.

Uzun bir aradan sonra bir kitapla, hem de bir şiir kitabıyla geri dönüyorum. Üstelik şairini tanıdığım bir kitap bu. Şiir okumak her zaman çok kişisel bir tecrübe oldu benim için, bu zamana kadar blogumda şiir kitaplarına yer vermememin sebebi de bu. Ayrıca düzenli şiir okumaya çok geç başlamış, amatör bir okurum. Ama yine de bu kitabın bende uyandırdıkları, düşündürdükleri ve öğrettiklerinden bahsetmek istiyorum.

Mustafa Bey’le blogum aracılığıyla tanıştık. Yazılarımı okuyup detaylı değerlendirmelerde bulunması, ayırdığı zaman için kendisine minnettarım. Aylardır süren yazışmalarımızda çok şey öğrendim. Hekimken çok kıymetli işler yapmış, hayatını sanata ve edebiyata adamış biri. Onunla iletişimde olabilmek, gerçekten büyük bir şans benim için.

Uğraşlarını burada tek tek saymam imkânsız, kendi sayfasından inceleyebilirsiniz:
sutlas.gen.tr

Mustafa Bey’in gönlünün genişliğini bir başka şekilde daha gördüm: kitaplarını ilgilenenlerle doğrudan paylaşıyor. Bu, sahici bir edebiyat aşkı. Kitapları hazırlamak ve onları satış sistemine sokmadan, gerçekten ilgilenenle buluşturmak… Bundan da öğrenecek çok şeyim olduğunu hissediyorum. Diğer kitaplarını okumak için sabırsızlanıyorum.

Gelelim Karşılaşmalar’a. Daha ön sözünden itibaren beni derinden etkiledi. O yüzden yazıya bu ön sözden bir alıntıyla devam etmek istiyorum. Çünkü bu giriş, bizi kitapta nelerin beklediğine dair çok iyi bir hazırlık:

ses, “üzerine” seslenmektir. bir şeyin, bir ânın, bir olayın, bir kişinin üze rine seslenmektir. dolayısıyla bir karşılaşmadır. bir ilişkidir. bir kayıttır. dil doğarken, erkekler an için, o anda olan için seslenmeye başlamışlar. kadınlar ise sonrası için, kayıt için. onların seslerinin yarına kalması için. onun için dil “ana dili”dir. bunun “güzel”, “uyumlu”, “ritmli”, “müzikli”, “ezgili” olması onun doğuşunda, kaynağında vardır. çünkü bu özellikler onun bellekte kalmasını ve yinelenmesini sağlar. onun için ana dili şiirdir. dil, her ne kadar sonradan erkeklerin, eksikliklerini kapatmak üzere yarattıkları erkle düzenlediği bir ifade biçimi olsa da özü ana dilidir. ana dildir yani dil dişildir. o dişil dili bulmak için de yeniden şiire dönmek gerekir. başlangıçta değilse de sonraki dönemde benim şiirim bunun arayışı için…

Felsefi ve katmanlı bir anlam taşıyor bu satırlar. Düz yazı formunda bir şiir neredeyse. Dilin toplumsal ve cinsiyetli doğası üzerine düşündürüyor. Hiç sormadım ama büyük harfleri dışlayan metinleri, eril otoriteyi ve egemen dili yıkmaya dönük bilinçli bir tercih gibi geliyor bana.

Benim gibi şiir konusunda amatör bir okur için bile akıp giden bir kitap bu. Aynı zamanda çok şey öğretiyor. Tanımadığım şairlere, bilmediğim şiirlere referanslarıyla okuma listemi kabarttı. Bildiğim yazar ve eserlere yapılan göndermelerde ise bir tür metinlerarası oyuna davet edildim. Zihnimde bağlantılar kurarak, kitaplar arası eşlikler inşa ederek ilerledim. Şiirlerin adlarının bile şiir olduğu bir kitap bu. “E bunda ne var?” denebilir. Ama her şiir ismi aynı derecede etkilemiyor beni. Şiirli bir isim koymak başka, bunun okura geçmesi bambaşka.

Kitap aynı zamanda tarzlar arası geçişlerle bir meydan okuma gibi. Deneyimli okurlar için çok derin analizlere açık. Benim hissiyatım ise şu: şair, ağır betimlemeleri, klasik dili modern ve postmodern dil oyunlarıyla harmanlayarak hem kendine hem okura oyunlu, cesur bir çağrı yapıyor. Anlatı oyunlarına düşkün bir okur olarak bu tarzı çok sevdim.

Bazı şiirler beni özellikle etkiledi. Örneğin “acı taşı’nın değdiği yerde” sadece ismiyle bile şiir gibi. Geleneksel kafiye düzeni ve ağır betimlemeleri çok sevdim. “içerdekilere” isimli şiirde sade ama güçlü bir toplumsal mesaj ve tekrarlarla örülmüş bir ritim var. Mitolojiye doğrudan yer veren şiirler olduğu kadar, bazı metinlerde de destansı bir anlatım seziliyor. Mesela “otobüsün penceresinden” adlı şiirde, sanki Yaşar Kemal’in gözünden Çukurova’ya bakıyoruz. Küçük hacmine rağmen felsefi bir tartışmaya davet eden “yağmur’a şarkı”, sesteş oyunlarıyla hoş bir dil kullanan “barış”, şiirin dert değil dil olduğu hissini veren metinler…

Yazarlara ithaf edilen şiirlerde, seslenilen yazarlar da şairimiz gibi oyunbaz. Laurence Sterne’ye adanmış bir şiirde Tristram Shandy’i okumak neşelendiriyor insanı. “7 ve karınca” şiirini tam olarak anladığımı söyleyemem ama çok eğlenceliydi. “akbara” düşündürdü. “hiçkuşu bu” seslerle derinleşen bir anlatım denemesi. “mektuplar”da Leylâ Erbil’in noktalama sistemini gördüm ve ironisini sezdim. Kötü bir Beckett okuruyum ama “oyun sonu” şiiri bana bu eksikliğimi giderme motivasyonu verdi. kimlik, manifesto, harflerin kuyrukları gibi şiirler, beni çok düşündürdü. Belki bu konular üzerine daha sonra ayrıca yazarım.

Ve elbette kitabın adını taşıyan “karşılaşmalar” serisi… Çok etkileyici dizelerle doluydu.

Bu kitap, benim için bol duraklı bir yolculuktu. Her durakta hediyelik bir şeyler aldım, çantamı doldurdum. Mustafa Bey’e, hem bu kitap için hem de aydınlatıcı dostluğu ve hayatıma kattığı tüm hediyelikler için içtenlikle teşekkür ederim.



Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *