


Bilenler bilir tam bir proje insanıyımdır. Programlar oluşturayım, süreçler tanımlayayım, notlar alayım, araştırmalar yapayım… Bir şey aklıma düştüyse üzerine çalışmaya başlamak zorundayım. Ben varsam olayların boyutu her zaman büyür. Bu durum çevrem için zaman zaman yorucu olsa da şimdiye dek bir zararını görmedim.
Nisan ayında aynı kafenin aynı masasına oturmuş aynı kiliseyi ardında gökyüzüyle fotoğraflamıştım. Çok etkileyici bir sahneydi ve bir hayal kurmuştum. Aslında o an belirmemişti o hayal, seneler seneler önce beni yola çıkaran ilk heyecandı. O yol sonra döndü dolaştı, başka duraklar eklendi, başka keşifler ve güzellikler yaşandı. Ancak şimdi bir yanım o ilk sapağa dönüp biraz da oradan ilerlemek istiyor. Yorulurum diye korkmuyorum, aksine sonsuz bir iştah ve enerjiyle yeni bir yol keşfedecek olmanın heyecanını taşıyorum.
O güneşli Nisan gününden itibaren hayalim daha sık kendini hatırlatır, savurduğu fikirlerle beynimde işgal ettiği alanını artırır oldu. Geçtiğimiz cumartesi sabahı düşüncelerimi bir deftere not almaya başladım. Ve ilk kelimeyi yazdığım anda fark ettim: Başlamak, her şeyi somutlaştırıyor. “Haftada bir iki cümle yazarım” diyerek açtığım defterin sayfaları hızla doldu. Henüz yolun çok başındayım. Kim bilir kaç defter dolacak daha… Ama bu başlangıcı kutlamaya engel değil.
Dün yine o kafenin o masasına oturdum. Bu kez aynı kiliseyi defterimle birlikte fotoğrafladım. Ağaçlar yeşerdiğinden artık ne gökyüzü ne kilise görünüyor. İlk fotoğraf herkes için etkileyiciydi; bu sonuncusu yalnızca bana anlamlı. O an yaşanmasaydı belki bu başlangıç yine olurdu ama nasıl ve ne zaman, bilemeyiz. Büyülü anları severim. İyi ki de evde düz otururken gelmedi o aydınlanma 🙂
Kırtasiye benim için bir aşktır. Evde havalı bir defter yoksa o gün çıkar alır öyle başlarım o defterin adandığı projeme. Bu sefer öyle yapmadım. Baktım boştaki tek defter kullanılmamış bir ajanda. Sene başında Sezer almıştı. Kapağına bayıldım ama ajanda kullanmıyorum pek. Neticede şık ve güzel bir defter ararken kullanılmamış ancak kapağına bayılındığından atılamamış bu ajanda elime geldi. İçine alıcı gözle baktım geri koydum. Sonra yeniden aldım mükemmel ânı ve defteri beklemekten vazgeçip başladım yazmaya. Bu çok doğru bir karardı.
Çünkü öteleyen tarafım mükemmeliyetçi kişiliğim. Derinde bir yerlerde başarısızlıktan korktuğu için başlangıçları ötelemek isteyen bir yanım var. Belki çok havalı bir defter alıp ertesi gün başlayabilirdim yazmaya. Ama bu kadar rahat yazabilir miydim? Mükemmel kalemi de aramam gerekirdi. En kötüsü de deftere ve kaleme uygun mükemmel ânı ve düşünceyi beklemem gerekirdi. Mükemmel bir an ve düşünce olmadığından defter boş kalabilirdi. Mükemmel anlar değil, kusurlu başlangıçlar, yanlış yazımlar, üzeri çizilip atlanan satırlar var bu hayatta. Vitrinde sergilenecek hayallere değil, başına geçeceğim eylemlere ihtiyacım var. İkinci fotoğrafta sevgili defterimi görüyorsunuz. Acele ve okunaksız yazım, imla hatalarım, karalamalarım, saçmalamalarım kısaca kusurlu başlangıcım onun içinde ve biz bize yetiyoruz.
Üçüncü fotoğraf da bir nevi kamu spotu. Dün çanta değiştirirken kalemim evde kalmış. Canım Sezer gitti hemen bana bir kalem aldı. Bu ucuz Berlin yazılı turist kalemi beklenmeyecek derecede güzel yazıyor. Defter bitene, kalem tükenene dek beraberiz bu işte. Kamu spotumuz da şu: Yanınızda hayalinize sizden daha çok sarılan biri varsa hayat gerçekten muhteşem. Aşkın ve hayat arkadaşlığının tanımı olarak sözlüklerde ya da vitrine koyulacak ilişkiler için tavsiye veren anlatılarda geçmez bu, ama aşk bazen hayalleri gerçek olsun diye kalem bulmaktır sevdiğine.
Leave a Reply