28.09.2024, 06:23, Berlin
Birkaç gündür pek yazamıyorum, okuyamıyorum, iyi beslenmiyorum. Bazen yürüyüş yapmaya bile üşeniyorum. Evim dağınık, kafam dağınık. Aslında kafamın dağınık olması dümdüz bir durumdan ziyade, bu saydıklarımın sebebi. Aslında sonbahar iyi geliyor gibi. Dün kendimce kalın giyinmeme rağmen yürürken üşüdüm ve bu iyi geldi. Lila renkli bulutlar güneşi örttüklerinde yeşiller hep daha canlı. Ya da yakında yeşil kalmayacak diye en canlı hâlleriyle hatırlamak istiyorum onları. O zaman taş ve ağaç kavuklarındaki yosunlarla avunacağım, onlar hep yemyeşil. Belki karın altına saklanacaklar bazı günler. Kar susturur dışarının ve içerinin seslerini. Dün lila bulutlar hafiften ıslattı bizi. Siyaha dönük bir gri olsalar kaçışırdık saçak altlarına. Ama lilaydılar. “Biz buradayız,” dediler. Gelirken rengi hafiften solmuş bir gökkuşağı da getirmişler. Yine de çok güzeldi. “Hoş geldiniz,” dedim. “Size ne ikram edelim?” Oturdukları gökte hafiften doğruldular. “Yok, yok. Buralardayken bir selam verelim dedik. Yemeğimizi yedik, kahvemizi içtik de geldik. Beş dakika oturup kalkacağız.” “Peki,” deyip karşılarına oturdum ben de. Gökkuşağı ayakta kaldı. Renginin soluk olması büyüsünü azaltmıyor bir gökkuşağının. Aksine bakan daha dikkatli bakıyor, “Şimdi silinip gidecek, daha çok bakayım,” diyor. Gözlerimin onda olduğunu gören gökkuşağı lafa girdi. “Duyduk ki karışıkmışsın bu aralar. Göğe bak. Göğe bakmak iyidir. Gök sana sadece güzel şeyler gösterir.” Kafamı salladım. Sustuk biraz. Sonra lila bulutlar birden ayaklandı. “Misafirliğin kısası makbuldür,” dediler. Israr etmedim otursunlar diye çoktan kapıya yönelmişlerdi. Yine gelirler nasıl olsa.
Leave a Reply