Mrs. Dalloway – Virginia Woolf

İletişim Yayınları’ndan Tomris Uyar çevirisi ile okuduğum bu kitap, bilinç akışı tekniği konusunda akla gelen ilk kitaplardan birisi. Woolf, özellikle yazıldığı dönemi göz önünde bulundurduğumuzda, bu tekniği muazzam bir ustalıkla kullanıyor. Bugünden baktığımızda, bilincin daha dağınık, eksik cümlelerle ifade edilmesi ya da yazarın varlığının hiç hissedilmemesi gerektiğini düşünebiliriz. Ancak bu yorumlar bile kitabın büyüklüğünden hiçbir şey eksiltmiyor.

Bence kitabın asıl üstünlüğü, sadece bilinç akışı tekniğinde değil, karmaşık ve çok boyutlu kurgusunda yatıyor. Okuduğum en güçlü psikolojik romanlardan biri. Hatta karakterin psikolojisini dile yansıtması açısından belki de en güçlüsü.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’deyiz. Savaşın travmalarından pek etkilenmemiş üst sınıf bile savaşın bitmesini sevinçle karşılıyor. Savaşın ardından toplum ve toplumdaki dengeler değişiyor. Yeni sınıflar doğuyor. Ana kahramanımız Clarissa vereceği partiye hazırlanıyor kafasındaki türlü düşünceyle. Kitabın adı bile bir bölünmüşlüğü temsil ediyor. Clarissa’yı çevresi hatta kendisi bile Mrs. Dalloway olarak tanımlıyor. Kocasının soyadına hapsolmuş gençliği solmakta olan dolayısıyla artık tam bir kadın olarak bile görülmeyecek Clarissa.

Clarissa ve Septimus’un yolları sokakta denk gelmeleri ve Septimus’un intiharının partide bir gecikme sebebi olarak belirtilmesi dışında kesişmiyor ama bu kısa anda bile Septimus’un Clarissa’nın bölünmüş bir diğer parçası olduğunu anlıyoruz. Clarissa’nın ve Septimus’un gençlik umutlarını, hayallerini, idealizmlerini öldüren farklı localardan kombineleri olsa da aynı sistem.

Özellikle Septimus’un sesi karakterin ruh hâli ile hemhâl olmuş. Monoton ve olumsuz. Clarissa’nın gördüğümüz her karakterle ilişkisi bazen Clarissa’nın farkında bile olmadığı boyutlarıyla yapbozun bir parçası. Woolf, eleştirdiği toplum düzenini muhteşem bir akış içinde kalarak ince ince işliyor.



Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *