Mutlu Krapp

19.05.2025, 20:12, Berlin

Dün, Beckett’in Krapp’ın Son Kaydı isimli oyununu okudum. Altmış dokuz yaşındaki Krapp her yıl ses bantları kaydeder. Artık yaşlanmıştır. Hayatı boyunca hep geleceği kovalamış, ânı ıskalamıştır. Geçmiş kayıtların arasından birini seçer: Otuz dokuz yaşındaki hâline ait bir bant. Otuz dokuzuma az kalmışken bu metne denk gelmem ilginç bir tesadüf oldu. Krapp çok yalnızdır. Kayıtları dinleyerek geçmişteki benliğini, gençliğini, hayallerini arar. Elinde kalan tek şey, yıllar öncesine ait, çoğu silikleşmiş anılardır. Ama banttan konuşan Krapp bambaşka biridir, neredeyse bir yabancı. Zaman, insanı kendine yabancılaştırıyor. Krapp, gençliğindeki hâliyle dalga geçer, onu küçümser. Hatta bir zamanlar sıkça kullandığı bir kelimenin anlamını bile unutmuştur, sözlüğe bakmak zorunda kalır.

Zamanın insanı ne hâle getirdiği ancak bu kadar etkileyici anlatılabilir. Krapp’in elinde kalan, yitip gitmiş ilişkiler, tatmin edememiş bir yazarlık serüveni ve kemikleşmiş bir yalnızlık. Eski kayıttaki dile getirilmemiş duygular, suçluluk ve pişmanlıkla kaplı sessizlikler hâlinde otuz yıl sonrasına sızar.

Böyle bir metnin ardından insan ister istemez kendiyle bir muhasebeye girişiyor. Blogumdaki yazılar Krapp’ın kayıtlarına benziyor. Üstelik ondan çok daha fazla kayıt tutuyorum. Ben de kendimi arıyorum ama belki de biraz daha bilinçli, daha umutlu bir şekilde. Krapp kadar umutsuz, heyecansız ya da yalnız hissetmiyorum. Aksine, içimde güçlü bir yaşam isteği var. Tabii bu başkalarının gözünden nasıl görünür bilemem. Yine de kendimden memnunum.

Ama zamanın beni de kendime yabancılaştırdığı bir gerçek. Eski Berke ne düşünürdü, ne söylerdi, ne yapardı, artık kestiremiyorum. Zamandan kaçılmaz, zamanın içine yuva yapılır, çeşit çeşit, biçim biçim, renk renk…

Dün sinemaya gittik. Sinemanın yanındaki salonda bir etkinlik varmış. Yollar kapalıydı, otoparklar doluydu. Zar zor bir park yeri bulduk. Filmi izledik, çıkışta ise tam bir kaos. Asansör sırası, ödeme sırası, çıkış sırası… Yola koyulmamız kırk beş dakikayı buldu. Bu aralar hem sistemle hem de sistemsizlikle derdim olduğundan, yine sorgulamalara daldım. Kendimizi hapsedişimize, ‘medeniyet’ dediğimiz düzene içimden sövdüm.

İzlediğimiz filmde buzullarla kaplı bir adada kendi hayatlarını kurmuş bir çift vardı. Arka planda klasik müzik, şömine çıtırtısı, çevrilen kitap sayfalarının sesi… Böyle bir hayat mümkün. Hatta çalışırken bile mümkün. Tamam, belki biraz uç bir örnekti. Ama Almanya’nın küçük, köy gibi bir şehrinde yaşamak imkânsız değil. Yine de o küçük yerlerde Berlin’in sinema salonlarını, sanat etkinliklerini, çeşit çeşit restoranlarını bulamam. Ve ben tüm bunların hayatımda olmasını istiyorum. Bu yüzden Berlin’deyim.

Evimiz Berlin’in daha sakin bir köşesinde. Etrafımız parklarla çevrili. Camdan baktığımda sadece ağaçlar ve gökyüzü görünüyor. Şehrin göbeğinde oturmayı da seçebilirdim ama burayı tercih ettim. Dün trafikte saatler harcadığım, bugünse kitabımı alıp ıhlamurların altında okumayı seçtiğim bir akşam yaşadım. İkisini de bana sunan aynı şehir. İkisine de gönüllü olan, aynı ben.

Tıpkı Krapp gibi biz de geleceğe fazlasıyla kafa yoruyoruz. Sürekli daha iyi bir zaman, daha uygun bir koşul bekliyoruz. Oysa mükemmel zamanlar yok, yalnızca şu an var. İnsanlarda en çok stres yaratan durumların aslında değiştirilebilir olanlar olduğunu söyleniyor. Zaten değiştirilemezse, insan boşuna üzülmüyor. Sağlıklı bir zihinden söz ediyorum elbette. Bazen bu stresin farkına bile varmıyoruz, ama bilinçaltımız her şeyin farkında. Mutsuzsan, değiştir. Mutlu bir Krapp ol. Çünkü hareketsizlik ölüm gibi bir şey, ama kimse ölmüyor.

İşte bu yüzden böyle metinler insanın içine işliyor. Zamanla kurduğumuz o tuhaf, sevimsiz ama kaçınılmaz ilişkiyi dürüstçe yüzümüze vuruyorlar. Geçmişle barışmanın, geleceği salıvermenin ve bugünü sahiplenmenin değerini bir kez daha hatırlatıyorlar. Hayat bazen Berlin’in kalabalığında bir sinema çıkışı, bazen bir parkta ıhlamur kokusu eşliğinde okunan bir kitap. İkisinin de içindeyim. Ve tıpkı Krapp gibi kayıt tutmaya devam ediyorum, ama bir farkla: Anları ve mutluluğu kaçırmadan, tüm hücrelerimle hayata tutunarak.



Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *