Türkçeye İkiz, Öteki Ben gibi isimlerle de çevrilmiş olan 1846 tarihli bu romanı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın Tansu Akgün çevirisiyle okudum. Literatürde şizofreni tanısı bulunmuyorken Dostoyevski’nin ikinci kitabının ana konusu olarak bu konuyu seçmiş olması nasıl bir yenilikçilik ve cesarettir insanın ağzı açık kalıyor doğrusu. Daha sonra birçok edebi eserde izini sürebileceğimiz parçalanmış kimlik temasının öncülü. Dostoyevski’nin diğer romanlarında zirveye çıkardığı ötekileşme temasını ilk kez ortaya koyuşu.
Romanın başkahramanı dokuzuncu dereceden devlet memuru Jakov Petroviç Golyadkin, bir sabah kendisine tıpatıp benzeyen ve aynı isme sahip olan ikiziyle karşılaşır. Kitabın başlangıcındaki karakterimizin doktoruyla olan absürt ve çok eğlenceli diyaloğu onun hakkında bazı çıkarımlar yapmamız için zemin hazırlar. Bu ikiz onun yapamadıklarını yapabilen hem alt sınıfla hem üst sınıfla başarılı ilişkiler kurabilen ve saygı gören bir kimsedir. Özetle bir tutunabilendir.
Birey ve toplum ilişkisi bugün hâlâ üzerine çokça okuduğumuz, düşündüğümüz ve konuştuğumuz bir konu, çözüm bulabilecekmişiz gibi de durmuyor. Bireyin kendine yabancılaşmasını, kimlik krizini 1846 tarihli bir kitapta görmek bugünümüzü düşündüğümüzde daha da etkileyici.
Yer Rusya ve kahraman da bir memur olunca bu kitabın bana Çehov’dan Memurun Ölümü isimli öyküyü düşündürmesi pek şaşılası değil. Aslında farklı konular farklı biçimde işlense de nüvelerinin ve absürtlüklerinin çok benzer olduğunu düşünüyorum. Benim gözümde esas benzeştiği yapıt ise Tanpınar’dan Abdullah Efendi’nin Rüyaları. Tanpınar, bireyin toplum ile çekişmesinin yanına bir katman daha ekliyor ve Osmanlı’dan modern Türkiye’ye geçişin toplumda yarattığı kültürel karmaşayı da devreye sokuyor.
Klasikleri tekrar okumayı düşündüğüm bu dönemde izlekleri daha iyi takip edebilmem adına iyi bir başlangıç oldu benim için.
Leave a Reply