• Sümbüle övgü

    Sümbül en sevdiğim çiçek. Tam da mevsimi. Bizim parka da ekiyorlar. Sümbül kokusu kovalıyorum parklarda. Dün markette görünce sevinçle bir demet de eve aldım. Kokusu tüm kötülüklerin üzerini örttü sanki. Sanki çocuklar serbest bırakıldı. Evimiz çok büyük değil. Tüm eve yetiyor kokusu. Ben yine de hangi odaya geçersem yanımda taşıyorum vazoyu da. Kokuyu birinci elden… Continue reading

  • Şiir İnceleme & Kolaj Atölyesi – İstanbul’u Dinliyorum

    Lütfen alıcılarınızın ayarıyla oynamayın, açıklayabilirim 🙂 Geçtiğimiz haftalarda çok keyifli bir atölyeye katıldım. Yukarıda gördüğünüz ne idiği belirsiz şey de benim eserim. Hiç davetkâr değil biliyorum. Neyse ki diğer eserleri görmüyorsunuz da bir kıyas yapılamıyor 🙂 Ama dürüst olacağım en göze hitap etmeyen benimkiydi. Ne yapalım herkesin sanatına kimse karışamaz. Geçtiğimiz aylarda Berlin’de bir Türkçe… Continue reading

  • Patricia Kopatchinskaja & Fazıl Say konseri

    Hoşlandığım etkinlikleri burada paylaşmaktan keyif alıyorum. 18 Mart gecesi, 19 Mart’a bizi neyin beklediğini bilmeden çok güzel bir konsere gittik. Gündem sebebiyle şimdi paylaşabiliyorum. Fazıl Say sağ olsun Berlin’e sık sık geliyor, biz de düzenli olarak takip ediyoruz. Bu kez keman virtüözü Patricia Kopatchinskaja ile geldiler. İkili aslında uzun süredir beraber çalışıyormuş ancak ben ilk… Continue reading

  • İnanç, sapkınlık ve Heretic üzerine

    Dinlere inancımı üniversitenin son yıllarında kaybettim. Uzun süre kendimi deist olarak tanımladım, ama bu konu üzerine de fazla düşünmedim. Ta ki yedi-sekiz yıl önce, dine yeniden inanmayı arzuladığım bir dönem başlayana kadar… Bir tür depresyondaydım, beni sarıp sarmalayacak bir şeye ihtiyacım vardı. Çareyi Mesnevi’de ve tasavvuf kitaplarında aradım. Olmadı. Popüler kültürde romantize edilen o hümanizm… Continue reading

  • Söz verdik!

    01.04.2025, 06:49, Berlin Gündem ağır. Duran hayatlar, söz verdiğimiz gençler… Günlerdir okumuyorum, yazmıyorum. Kendimizi kandırmanın da bir anlamı yok. Hayat bizler için devam etti, her dakika gündemi takip ederek, yaşananlara söverek, sırtımızda Sisifos’un kayasıyla da olsa. Yaşanan her felaketin ardından olduğu gibi… Bu uzun bir süreç. Zincirlerimizi koparırken yaşamaya, kendimizi iyileştirmeye mecburuz. Bazen en küçük… Continue reading

  • İnsaflı kurgular, insafsız kaderler

    17.03.2025, 06:27, Berlin Cumartesi akşamı yarı fantastik bir ajan filmi izledim. Hikâye, iki ajanın türlü tesadüflerin ardından birbirine âşık olmasıyla başlıyordu. O güne dek soğukkanlılıkla icra ettikleri mesleklerini hiçe sayarak bu aşkın peşinden gittiler ve kendilerini soluksuz bir maceranın içinde buldular.   Macera sona erdiğinde, kahramanımız olan kadın, buluşma noktasına gidip sevdiği adamı beklemeye başladı.… Continue reading

  • Evde yokken misafir gelmiş!

    Bir gün parka gitmedim, bahar gelmiş. Ağacından çalısına türlü türlü bitki nasıl böylesine senkronize olabilmiş de yeşillenmiş, şaşkınım. Yüz insan koysak; kolumuzda saatlerimiz, elimizde iletişim kelepçelerimiz böylesini yapamayız. Düzenden çok ayrı düşmüşüz. Saate ve telefona değil, düzenle bir olmaya ihtiyacımız var. Geçen yaz parkta kitap okumaya başladım ama genellikle akşam saatlerine ya da hafta sonuna… Continue reading

  • Mukadderat!

    Dün gece rüyamda bir pandemi başlamıştı ve hareket edemiyorduk. Pandemisiz, özgür günlerimizi düşünürken içim daralıyordu. Rüyamda “Yarın bloga bu his hakkında yazmalıyım,” dedim. Görünen o ki pandemi depresyonu da beni yazmaktan alıkoyamamış 🙂 Ee sabah kalktım pandemi yok. “Ben de olmamasının hissini yazayım öyleyse,” dedim. Bir süredir meditasyona ve şükür egzersizlerime geri döndüm. Rüyamın verdiği… Continue reading

  • Emek gasbı

    Margaret MacDonald Mackintosh’un The Opera of the Sea (Denizin Operası) isimli eseri size de benim kadar Klimt’in Der Kuss (Öpücük) tablosunu çağrıştırmıyor mu? Eğer öyleyse, yalnız değilsiniz. Ben de bu benzerliği, The Story of Art Without Men (Erkeksiz Sanatın Hikâyesi) isimli kitap sayesinde öğrendim.   Margaret, Klimt’ten beş yıl önce bu eseri yaratmış. Ne var… Continue reading

  • Mahcubiyet ve Haysiyet – Dag Solstad

    Dag Solstad çok farklı bir yazar. Az ama öz eserleriyle kendine hatırı sayılır bir okur kitlesi yaratmayı başarmış, damıtılmış cümleleriyle insanı darmadağın eden, üzerine günlerce düşündüren biri. Kitabı bitireli neredeyse on gün oldu, hâlâ zihnimde dönüp duruyor. Böyle etkileyici kitaplar ve yazarlar beni her zaman heyecanlandırıyor.  Kitabı Banu Gürsaler Syvertsen’in çevirisinden okudum. İnce olmasına rağmen… Continue reading