04.12.2024, 06:12, Berlin
Güne kas hastalığı olduğu için burnuyla iki kitap yazan gencin haberiyle başladım. Bir şeyi yapmamak adına sıraladığımız bahaneler ne kadar da yalan değil mi? En yalanı sevmeyenlerimiz bile büyük birer yalancı ve manipülatör. Kendimizi rahatlatmak için ne diller döküyoruz iç dünyamızda. Bazen içimizden taşıp dışarıya dökülüyor bunlar, karşı taraf hiç yemiyor ama onun da kendi yalanları var. Yalanlar sadece tek kişide çalışıyor. Karşı taraf sizi anlar gibi görünüp benzer şikâyetler sıralıyorsa rol kesiyordur, inanmayınız. Var olma amacımızı, Japonların ikigai dedikleri sizi o yataktan kaldıracak tutkuyu bulmak hayattaki en mühim şey. Yazmak olur, okumak olur, çiçek ekmek olur, Paskalya çöreği yapmak olur… Hiçbir sınır yok, yeter ki bizi harekete geçirsin. Kolay şey değil, belki de şans işi. İçimizdeki manipülatör başlangıçta türlü set çekecek, dünyanın en vazgeçilemez tutkusu bir anda hayatımızda belirmeyecek. “Yapamazsın, sen ne anlarsın,” diyecek. Yetinmeyip “Bu da iş mi allasen, sana mı kaldı,” diye ekleyecek. Yılmadıkça büyüyecek tutku, doğru yolda olduğunuzu gösterecek işaretler göreceksiniz çünkü görmek isteyeceksiniz. Görmek istedikten sonrası daha kolay, süreç sizi mutlu edecek kıvama gelmiş, sadece mayalanması lazım. Belki bir gün, belki on sene. Mayalanıyor olduğunu bilmek yetecek. Artık Paskalya çöreği yemenin değil Paskalya çöreği yapmanın hevesiyle yaşıyorsunuz. Tatlı kısa bir ânın peşinde değil. Belki bir ömür fırına veremeyeceğimiz Paskalya çörekleri yapmakla geçecek. Fırın bozuktur, elektrik kesiktir, istediğimiz kadar kabartamamışızdır hamuru… Paskalya çöreği tam da böyle bir şeydir. Olunca memnuniyetle yersiniz, olmazsa da dünyanın sonu değildir.
Leave a Reply