17.11.2023, 07:01, Berlin
Akademisyen Ferda Keskin söyleşisinde ‘düşünürlerin beyinlerine sandalye atmak’ gibi bir kavramdan bahsetti. Tam kelimeler bunlar olmayabilir. Fikir o kadar hoşuma gitti ki. Onun kastettiği felsefe düşünürleriydi. Ama bence tüm hayatımız birilerinin beynine sandalye atarak geçiyor. Okuduğumuz yazar, eserini seyre daldığımız ressam, iyi bir sinema izleyicisi olmasam da izlediğimiz yönetmenler, hatta yan komşumuz. Neden öyle dedi? Neyi kastetti? Asıl tuhaf olan aynı beyne yüzlerce kişi sandalye atabiliriz ve elimizde sandalyelerimizle evlerimize döndüğümüzde hepimizin elinde başka bir öykü olur. Çünkü sandalyelerimiz farklı. Benimki yeşil kadife, süngerli bir sandalye olur. Tahta üzerinde rahat edemem. Berke’nin sandalyesinin şeklen aynısını bulabilirsin. Ama bakalım Berke’nin sandalyesine Berke’den önce kimler oturdu? Ya da hâlihazırda takımın diğer sandalyelerinde kimler oturuyor? Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz misali, aynı beyinde iki Berke oturmaz. Bu kadar sandalye metaforu kullanmışken yine şu sıralar okuduğum Tahsin Yücel’in Sonuncu romanının kapağından bahsetmesem olmaz. Çünkü serbest çağrışımıma sağlık. Erkal Yavi’nin tasarımı olan kapakta kocaman bir kitap, yanında minnacık kalmış bir sandalye var. Romanı çok iyi yansıttığını düşünmekle beraber, benim bazı kitaplar karşısındaki hâlimi de yansıtıyor. O kadar küçük hissediyorum ki bazı kitapların yanında yazan bir kişi olarak, sandalyemi çekiyorum önlerine, heybetlerinden büyülenmiş oturuyorum.
Leave a Reply