Birkaç ay önce adını duymamış olduğum bir yayınevinin öykü yarışmasına katıldım. Jüri üyelerine bile bakmadan, öylece başvurdum. Geçtiğimiz haftalarda sonuçların açıklanması gerekiyordu. Ancak yoğun talep olduğundan(ki her öykü yarışmasına en az o kadar başvuru oluyor) tarihi birkaç hafta ötelediler. Sonra o tarihi de birkaç gün ötelediler. Bu süre zarfında resmî ve elle tutulur bilgilendirme de yapılmıyor, paylaşımlarının altındaki yorumlara verdikleri cevapları okursan anlıyorsun ki yine ertelenmiş. Belirttikleri son gün artık geceye kavuşmuşken birazdan paylaşacağız gibi cevaplar verdiler.
Ben birey olarak verdiğim sözü tutmak adına her şeyde inanılmaz bir efor sarfediyorken kurumların basitçe “Yetiştiremedik,” şeklindeki açıklamalarını aklım almıyor. Zaten bu sürecin nasıl yönetildiği onların benden bile amatör olduklarını ortaya koyuyor.
Beklediğim süre zarfında jüri üyelerini ve başvuru yapan insanları inceledim. Artık bekleyişimin nedeni dereceye girmek değil, seçkide yer almamaktı. Kendi değerimi bu kadar küçülttüğüm için kendime çok kızdım. Neyse ki sonuçlar belli oldu ve listelerde yoktum. Olan insanlara da baktım biraz. Yazdığı ilk öyküyle yayımlanma başarısı bulanları tebrik ederim. Aramızda ne Dostoyevskiler varmış meğer! Neyse ki bu yarışmalar sayesinde keşfedebiliyoruz.
En büyük hatayı edebiyat ve sanat dünyasının ülkenin diğer kurumlarından ve sektörlerinden farklı olduğunu düşünerek yapıyoruz. İdealize ve romantize ediyoruz. Ama gerçek tam tersi. Burası da küçük bir dünya, hatta Türkiye temsili.
İnsanların seslerini birilerine duyurma, yayımlanma istekleri sömürülerek bedava içerik olarak kullanılıyor. Emeğe para ödenmediği gibi bu kitaplar bir de içeriği sağlayanlara ve onların eşine dostuna satılıyor. Ne kârlı iş değil mi? Telif ödenen işler de var. Ama burada da köşebaşlarını tutup işleri sürekli kendi aralarında döndüren gruplar var. Kitap inceleme, moderatörlük, atölye vs. “Aman yabancı biri ekmek yemesin,” gayesindeler. Parasını edebiyattan kazanan insanların geçinebilmek adına bu kadar hırslı olması daha anlaşılabilir bir durum. Ancak kocaman isimli platformlarda ve dergilerde ortaokul kompozisyonu kıvamında kitap incelemesi okumaktan bana gına geldi. Yazarın parası veya çevresiyle satın aldığı sayfaları saymıyorum bile.
Amatör üretenler de bir acayip. Herkes her yazdığı yayımlansın istiyor. Yazıyla kurdukları bir ilişki yok. On öyküsü olan kitap çıkarıyor. Sorsan on birinci yok. Eskiden öykü yazmayı çok kıymetli bulurdum. Öykünün o hacimsiz dinamiğini yönetebilmek, okuru her defasında şaşırtacak icatlar yapmak eğlenceli gelirdi. Öyle yaklaşımlar görüyorum ki öyküye bu değeri veren çok az insanız aslında. Roman yazmaya üşenen ya da beceremeyeceğini düşünen insanlar iki tane düzgün cümle kurabildiklerinde öykü yazabileceklerine inanıyorlar ve yazıyorlar. Daha da acayibi öyküye üşenenler de kitap incelemesi yazmaya başladı, böyle de bir trend var. Hâlbuki eleştiri ya da inceleme en çok birikim gerektiren tür.
Böyle bir varoluş biçimi istemediğime karar verdim. Okuma ve yazmayla kurduğum ilişki şahit olduklarıma nazaran çok daha derin ve öyle kalsın, bozulmasın isterim. Bundan sonra önceden verdiğim sözler haricinde kendi platformum dışında hiçbir yerde var olmayacağım. Bu blogun kıymetini her gün biraz daha anlıyorum. Kitabımı basmayı planlıyordum ancak onu da beklemeye alıyorum. İçimden gelmiyor.
Öfkeli bir yazı olsa da bu bir küsme yazısı değil aslında. Yolumu belirlememin ve nasıl devam edeceğimin duyurusu. Kafam öyle net ki şu an. “Nasıl bir insan olduğumuzu evetlerimizden çok, hayırlarımız belirler,” derler. Ben de kendi değerimi hayırlarımla belirlemeye karar verdim.
Leave a Reply