Seneler okuduğum en farklı kitaplardan biri. Bu özgünlüğü ona epey başarı da getirdi. Ernaux yazdığı bu türü oto-sosyo-biyografi olarak tanımlıyor. Ernaux’nun yaşamına kapı aralığından bakıyoruz, esas olaylar okuyucuların kabul edildiği salonda yaşanıyor. Buradaki biz anlatının kapı aralığından baktığımızda üçüncü tekile dönmesi anlatıcılarla kafayı bozan bir okur için muazzam bir buluş.
Bu kitap bir toplum okuması ama anlatılan her şey bir yanıyla da çok evrensel. Tarihteki olayların kitleler üzerindeki etkileri muazzam aktarılmış. Aslında bireysel yani biricik olması gereken etkilerin ve tepkilerin toplumun tornasında nasıl şekillendiğini görüyoruz. 1940’lar ve 2000’ler arasındaki döneme şahitlik ediyoruz. Bu kitabı okurken benden geçirdiğim yılları anlatmamı isteseler ne anlatırdım diye düşündüm. Doksanlar güzellemeleri hepimizin malumu. Ancak 2000’lerden sonrası parçalanamaz bir bütün gibi kafamda. Hızlanan yaşam sanırım kuşak bilincimizi yitirmemize de sebep oldu. Artık her şey aynı anda yaşanıyor sanki.
Ernaux özellikle kadın meselesini irdelerken çok cesur davranıyor. Dili sade, okuması kolay. Metaforları ve ironisi güçlü. Dil analitik ve mesafeli. Bu aşamada Ernaux benim yazarım olmayan ancak çok saygı duyduğum yazarlar arasına katılıyor. Konularının ve duruşlarının ufaktan benzeşmesi üzerinden Marguerite Duras’nın daha benim yazarım olduğunu söyleyebilirim.
Ernaux okurken beni düşündüren bir diğer konu sınıf bilinci. Sınıfsal çatışma onun edebiyatının en önemli konularından biri. Bu konuya bu kadar saplantılı olması beni kitaplarından biraz uzaklaştırıyor. Seneler’de pek değil ama Boş Dolaplar’da aşağılık kompleksine varan ve bir yanıyla çok küçümseyici bir anlatı görüyoruz. Aktif bir şekilde sınıf mücadelesi vermiş bir işçinin çocuğu olarak üst sınıfa yaranma, sınıf atlama, geldiği yeri küçümseme telaşı beni yazardan biraz uzaklaştırıyor.
Leave a Reply