Finlandiya’da ilginç ve etkileyici bir açık hava yerleştirmesi bulunuyor: Hiljainen kansa (Sessiz Halk)
Rauhansalmi bölgesinde, Suomussalmi kasabası yakınlarında bulunan bu dev açık hava sanat eseri, bir tarlanın ortasına yayılmış binlerce insan silueti gibi görünüyor. Aslında tahta parçalarına geçirilmiş otlardan ve kıyafetlerden ibaretler. Yine de ritüel hâlindeki ya da distopik filmlerde bir anda dönüşen insanlara benziyorlar.
Sanatçı mesajıyla ilgili çok yorum yapmıyor. Birbirine dokunmadan yaşayıp giden modern insan kalabalığı, kalabalık içindeki yalnızlık, terk edilen köyler gibi göndermeler bulmak mümkün. Beni en çok çalışmanın adı etkiledi: Sessiz Halk. Gören ama susan, engellemeden duran, görmemiş gibi yapan… İçinde bulunduğumuz ruh hâlinin bir yansımasını görüyorum bu çalışmada. O kadar şey olup biterken toprağa saplanmış hareketsiz bir tahta parçası gibi hissediyorum kendimi. Sesimiz çıkmıyor, gücümüz yetmiyor, yavaş yavaş yitiriyoruz duyularımızı, belki insanlığımızı.
Tabii sessizlik her zaman kötü bir şey olmak zorunda değil. Özellikle Finlandiya için bunun tam tersi. Finliler sessizliği alanlarına saygı, huzur ve sakinlikle tanımlıyor. Yani bir sohbette bir taraf anlatacağı kadar anlatıyor, karşı tarafın sessizliği onu etkilemiyor. Dinlenmediğini düşünmüyor. Sessizlik içinde yan yana oturan insanlar var. Argo hâliyle kimse boş yapmıyor.
Grup içindeki sessizliklere asla tahammül edemeyen bir insan olarak çok düşündürdü bu durum beni. Konuşmayı sevmesem de birinin sessizliği kırması gerektiğini düşünürüm. Karşı tarafı dinlerken sürekli çeşitli nidalar, jest ve mimikler kullanırım örneğin. Dinlemediğimi sanmasınlar istiyorum herhâlde. Bir konuda çok heyecanlıysam karşımdakinin cümlesi bitmeden konuyla alakalı alakasız onlarca soru sıralayabilirim. Genelde karşı tarafı yorar ve soğutur bu gereksiz sorularım. Onları anlayabiliyorum çünkü tamamlanma hislerini ellerinden almış oluyorum. Kendimi de anlayabiliyorum, zihnim çok hızlı ve bağlantısal çalışıyor. Farklı konular (çoğu zaman alakasız) arasında ışık hızıyla bağlantı kuruyorum ve her bağlantı beraberinde yeni sorular getiriyor. Gruptaki sessizliklere tahammül edemeyişim de sorumluluk duygumdan kaynaklanıyor. Sessizlikleri geç, eslere bile sinirleniyorum. İnsanların yavaş konuşmasına bile tahammül edemiyorum çoğu zaman.
Hayatımı ne kadar yavaşlatırsam yavaşlatayım, bu alışkanlıkların değişmiyor olması biraz korkutucu. Fiziksel sessizliği sağlasam bile içsel dinginliğimi bulamıyorum. Sanırım alıştırma yapabileceğim de çok ortamım olmuyor. Tamamen de kendime yüklenmeyeyim 🙂
İnsan da böyle bir yaratık işte. Kitlesel sessizliklerden nefret ederken bireysel sessizlikleri kovalar. Tüm hücrelerimiz tutarsızlıklar üzerine kurulu. Bazen sevdiğimiz, bazen nefret ettiğimiz.