Sevim Burak: kalbime yürüyen iğne

Bloga bir Sevim Burak bölümü ayırsam yeridir. Sanırım Kafka, Sevim Burak için neyse; Sevim Burak da benim için o. Onu ilk okuduğum günden beri aklıma düşmediği bir gün bile var mı, emin değilim.

Şu sıralar Sevim Burak’ın oğlu Karaca’ya yazdığı mektupları okuyorum. Kafka’yla ilgili şöyle diyor:

“Benim hocam, tanrım Kafka’dır, bilirsin, o’nu hiçbir zaman aşamıyacağım için böyle kötümser ya­zıyorum ama, bu da büyük bir güç bana Kafka’dan gelen..”

Aşılacak bir tanrı aramıyorum. Sevim Burak bir kez kalbime yürüdü, şimdi bedenimde dolaşıyor.

Bazı mektupların neden yayımlandığını anlamıyorum. Bir hayranı olarak görmek istemediğim, belki de görmeme gerek olmayan hâlleriyle karşılaşıyorum. Biraz hayal kırıklığı. Tanrılarımızın da insan olduğunu görmek koyuyor insana.

Ama ömrü boyunca ölümün gölgesinde yaşamış, hastanelerden kurtulamamış, kendince para sıkıntısıyla boğuşmuş, engellenmiş ve anlaşılamamış bir yetenek o. İnsanı en çok hastalık değiştirir. Başka bir hayata dair konuşmanın pek de anlamı yok.

Sevim Burak’ın en iyi yaptığı şey belki de yeteneğinin farkında olmak. Başkalarının cehaletini kendi değerine ölçüt yapmamak. Karaca’ya yazdığı bir mektupta şöyle diyor:

“…benden kimsenin birşey isteme­diği bir ülkede, ben kendim istediğim ve sen istedi­ğin için yazdığımı biliyordum. Ama, Türk Edebiyatı Tarihine geçen kitap yazdığımı da daha baştan gene biliyordum.”

Bir manifesto gibi. Ama bu her şeyin yolunda olduğu anlamına da gelmiyor. Yazıyla başka bir ilişki kurmuş. Belki yalnızca tek işi yazmak olanların kurabileceği bir ilişki bu. Ruh hâlini şu satırlardan anlayabiliyoruz:

“Ancak, bu günleri, bu mücadeleyi de kendi öz hayatım olarak yaptığımı da biliyorum.. Her kitabım bir olay oluyor. Ama ben, yapayalnız bu olayı yaratan insan, toplumdan soyutlanmış bir halde yaşamak zorundayım Çünkü, benim yazdığım biçimde bir yazar için, dünyayla alışveriş kurmaya imkan yok. Gözlerimi, kulaklarımı, kalbimi, kapat­malıyım bütün güzelliklere, zenginliklere ki, aklım herkezin görüp sevdiği şeyleri görmesin,  güzelliklere dalıp yanlış düşüncelere kapılmayayım. Sevgi mevgi isteyip kendi kendimi kandırmayayım.. Sonra benim yaşadığım yaşam beni cezalandırır, yazı ya­zamam. Benim yazı yazmam kendi kendimi bir hücre’ye -belki kendi içimdeki bir hücre’ye kapatma­ma bağlı-Herkez gibi mutlu olmak için uğraş vere­mem, kendime aykırı gelen şeyler, mutluluklar umutlar, zenginlik, onun getirdiği nimetler… Bunlar benim edebiyatımda yok. Bunların olmadığı, tama­men yalnız, ve ümitsiz bir ortam herşeyden umudu­nu kesmiş bir yazarın yazmayı sürdürmesi- Yazdık­larımın konusu kendi kendisi olan bir edebiyat benimki.. Kimseye bir bok yok.. Zaten kimsenin kimseden beklediği bir şey yok. Benim konum, yok.. Konu edebiyatın kendi kendisi… Bunu anlıyan yazarlar var tabii.. Ama onlar çok ileri düzeydeki ülkelerde yazıyorlar..”

Hiçbir zaman yazıyla böyle bir ilişki kurmayı hayal etmedim. Eğer yazmak bana mutluluk ve heyecandan çok acı verseydi, çoktan bırakmanın yollarını arardım. Sadece yazıyla değil, hayatla kurduğum ilişki de böyle: Kangren olmuş yeri kesip atmak taraftarıyım.

Bu satırları kendi hayatım üzerinden, farklı bir yerden okuyorum. Yazıyla bir çatışmam yok. Ama onun açtığı kapılar, zamanla hayatımı kalabalıklaştırdı. Sesler birbirine karıştı; dışarıdaki gürültü yazının kendisinden fazla yer tutmaya başladı. Önceki sakinliğimi özlüyorum. Sosyal medya, mesajlaşmalar bir yana, cep telefonu bile kullanmadığım zamanlar vardı… Kalabalık içinde bir yere kadar üretebiliyorum. Şimdi biraz sessizlik istiyorum; düşünmek, yazmak ve sadece kendimle kalabilmek için.

Bunun için en eşsiz alanım blogum. Bazen her şeyden yorulsam da, burada kendime ait bir dünya kurmuş olmak büyük bir şans. Hiç kimseye açıklama yapma zorunluluğu duymadan, dış dünyanın gürültüsünden sıyrılarak sadece düşüncelerimle, kelimelerimle var olabildiğim bir yer. Susmuyorum aslında yazılarım üzerinden insanlarla konuşuyorum. Ama bu, iletişimin en yormayan, en sade hâli. Ne göz teması, ne ses tonu, ne zaman baskısı… Sadece düşünceler var, sadece ben ve okur. O yüzden yazmak hâlâ bana iyi geliyor. Konuşmadan anlaşabildiğim, aceleye getirmeden aktarabildiğim tek yer burası.



Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *