Anadilinden uzakta yaşıyorsan ya da yaşadığın yerin dilini anadilinmişçesine konuşamıyorsan olduğun kişiden uzaklaşıyorsun. Kendini muhtemel sorunlara ya da korkulara göre konumlandırman gerekiyor. Agota Kristof, Okumaz Yazmaz’da çok güzel tespitlerde bulunuyor. Ama bir noktada ayrılıyoruz kendisiyle. Agota, dönem ve şartlar gereği o yabancı dille akan hayata karışmak zorunda. Karışıyor da. Bir süre sonra konuşuyor. Ama yazmak ve okumak epey sonra geliyor. Bende ise durum tam tersi. Konuşamayınca hayata da çok karışamıyorsun, kenarında duruyorsun karışanları izleyerek. Dün Almanca bir tura katıldım ve çok keyif aldım. Uzun zamandır Almanca hiçbir şey yapmamıştım. Tavşan ve dağ hikâyesi. Türkçe ya da İngilizce bir turda olacağım gibi yine en öndeydim. Ama rehberin sorduğu sorulara cevap verecek ya da kendi sorularımı soracak cesaretim yoktu. İşte o noktada hayata karışamamış, kendi olamamış hissediyor insan. Çünkü Berke iyi öğrenci olmayı ve göz teması kurmayı sever. Soruları cevaplar. Rehber sorularınızı yanıtlamak için on beş dakika daha buradayım dediğinde onun yanından ayrılmaz. Berke dün bunları yapmadı. Yine de bunları yapacağım günler de olacağına ilişkin umudumu kaybetmedim. Sanırım teslimat biraz uzun sürdü 🙂 Dün uzun bir süreden sonra ilk kez bana sorulan soruyu Almancam kötü diyerek cevaplamadım direkt soruyu yanıtladım. Müzenin dükkânında benimle ısrarla İngilizce iletişim kuran görevlinin İngilizce her sorusuna Almanca cevap verdim. Kadın da ne inatçı çıktı beni uğurlarken bile thank you, bye diyordu. Ben yine de tschüss ile terk ettim ortamı. Ee Almanca bizde kalsın 🙂 Geçen gün şurada Oğuz Atay karakterlerinin çoğunlukla çok basit kabul edilen bazı toplum normlarına uyamamaları ve aslında sorunlarının normal insanlar için çok basit olduğuyla ilgili bir şey yazmıştım. Şu an düşününce galiba ben de onlardan biriyim. Bir dahaki simülasyonda ben Oğuz Atay karakteri olmam yalnız! Ana bilgisayar bunu not alsın 🙂
Leave a Reply