Sosyal medyadan neden kurtulmak isteyelim ki? Tüm yakınlarımızdan anında haber alabildiğimiz, mutluluklarına, hüzünlerine ortak olabildiğimi, markalardaki sözde indirimleri takip edebildiğimiz, bizi eğlendiren, kafamızı dağıtmamıza vesile olan sosyal medyadan kim kurtulmak ister ki? Ben! Peki neden?
Sosyal medyada takipleştiğimiz insanlarla onlara bir telefon edebilecek ya da bir mesaj atabilecek samimiyette miyiz? Yolda görürsek selamlaşır mıyız yoksa görmezden mi geliriz? Evde pineklerken, ay sonunu zar zor getirmeye çalışırken, ders çalışmamız lazımken ya da mutsuz olduğumuz işimizden kaçmaya bahane ararken, sığındığımız sosyal medyada; en sıkı takipleştiğimiz, paylaşımlarını kalpsiz geçmediğimiz, bazen bunu az bulup, kalp emojileri ile bezeli yorumlar bıraktığımız kişinin şahane hayatını belgelercesine paylaştığı o resim bizde gerçekten onun mutluluğunu paylaşma hissi mi uyandırıyor? Yoksa içten içe kıskanıp, kendi hayatlarımıza hayıflanıp, bu hislerimi kendimize bile görünmesinler istediğimizden o paylaşımı daha fazla kalbe mi boğuyoruz?
Öte yandan bu paylaşımı yapan kişinin gerçekten bu kadar şahane bir hayatı mı var? Gerçekten mutlu olduğu için mi ekliyor o fotoğrafı? Yoksa önce kendine, sonra başkalarına ispatlamak mı istiyor ne kadar mutlu olduğunu? O paylaşım anı geçip gittikten, hayatın sıkıcı rutinine döndükten sonra bir anı kalsın mı istiyor? Evde pineklerken, ay sonunu zar zor getirmeye çalışırken, ders çalışması lazımken ya da mutsuz olduğu işinden kaçmaya çalışırken sığındığı sosyal medyada; kendine takdir edilesi, özenilesi bir öz geçmiş mi yaratmaya çalışıyor?
Peki ya mutsuzluklar? Bir vefat haberinin altına bırakılan üzgün suratla gerçekten dokunabiliyor muyuz o hüzne? Sesini duyup, sesimizi duyurtmadıkça gerçekten sabırlar dileyebiliyor muyuz? O kişi bu sabırlar dileyen satırları takip edebilir durumda mi cidden?
Peki o insanı bağımlı eden videolar? Biri elimizden telefonu almadıkça sürekli yenilediğimiz o akış, güzel tatil fotoğrafları, sabun kesme videoları, hızlandırılmış yemek tarifleri gerçek mi? Yoksa gece uykuya dalana kadar gözümüzü ayırmadığımız o telefonda harcanan saatler, benzer deneyimleri bizim tecrübe etmemizi mi engelliyor? İzlemek yerine yeni bir tarifi biz de deneyebilirdik, daha önce görmediğimiz bir ağacı fark edebilirdik, yeni bir şey öğrenmek için kolları sıvayabilirdik; yapmadık. Çünkü telefondan izlemek daha kolay, daha steril ya da vaktimiz yok hiçbir şeye. Saatlerce o ekrana bakıp, iki saatlik işi telefonla oyalanarak dört saatte bitiriyor olmak çok da önemli değil, sonuçta vaktimiz yok o ekrandan çıkıp gerçek hayata karışmaya.
Bizi içine hapseden; birer veri üretim merkeziymişizcesine sömüren; duygularımızı, isteklerimizi manipüle eden bu sistemin parçası olmak istiyor muyuz? İnsanların daha fazla tüketmesine, daha fazla radikalleşmesine hizmet etmek istiyor muyuz? Korkunç bir olay yaşandığında konulan siyah profil resimleri düzeltiyor mu dünyanın sakat yerlerini? Sosyal mesajlı paylaşımlar bizim gibi düşünenlerden başkasına ulaşıyor mu, ulaşıyorsa da etki ediyor mu? Yoksa küçük sosyal çevrelerimizde, benzer fikre sahip insanlar olarak birbirimizi mi manipüle ediyoruz sadece?
Netflix belgeseli The Social Dilemma’yı izledikten sonra bunlar benim kendime sorduğum sorulardı. Belgeselde bu sistemin yaratıcıları, ‘temiz’ niyetlerle bir şeyler yapmaya çalışırken; nasıl bu ‘yanlış’ sistemi yarattıklarını ve pişmanlıklarını anlatıyorlar. İyi ki izlemişim. Ertesi gün kapattım Facebook ve Instagram hesaplarımı.
Leave a Reply