29.10.2024, 11:13, Berlin
Cumartesi akşam gençlik teşkilatına yeni katılan üyelerle sohbetinin ardından eve geldi. Yorgundu. Zehir gibi çocuklar katıldı bu ay. Böyle giderse sırtımız yere gelmez Allah’ın izniyle. Memleket için zor zamanlar. Bunları da aşarız evelallah. Annesinin yanaklarından, babasının elinden öptü. Sofra hazırdı. Annesi karnabaharın altını yakıp havuç salatasını sofraya taşıdı. Tencerenin kapağı kalkınca karnabaharın çürümüş kokusu mutfağa doldu. Annesine ses edemiyor ama Vildan’a söyler. Evlenince karnabahar pişirmek yok. Kıymalı da olsa fark etmez. O lafların ardından hâlâ evlenmeyi mi düşünüyorum onunla? Salak Ertuğrul. İnandığı, emek verdiği her şeyi öyle bir küçümsedi ki son görüşmelerinde; pişman olsa da süründürmek lazım biraz. Babamlar duysa ne der? Nasıl partisine, ata geleneklerine, vatanına karşı sorumluluğuna laf edecek cesareti bulabildi? Son zamanlarda bir hâller var üzerinde. Daha asi, daha korkusuz, daha cüretkâr. Altı ay önce aileler arasında kesilen sözdeki sessiz, yumuşak huylu kızdan eser yok. Ya hiç aramazsa Vildan bir daha? Ya yollarsa yüzdüğü akrabalarından biriyle? Seviyor Vildan’ı, keşke arasa özür dilese. Zamane kızlarının böyle gelgitleri var, annelerinin zamanı gibi değil. O ağrılı dönemlerden birindeyse? Tövbe estağfurullah. Ne hâle düşürdün beni Vildan Hanım, alacağın olsun. Arasa Vildan’ı? Unutabilir mi dediklerini? Saçma bir amaçsızlıkmış senelerin milliyetçi hareketi. İkiyüzlü bir yaklaşım içindelermiş. Haksızlığa karşı sessiz durup vatan savunulmazmış, vatan böyle sevilmezmiş. Nereden duydu bu lafları? Ne okula gider, ne mahalledekilerden başka bir arkadaş grubu var. Muazzez ablanın dini kitaplar satan dükkânında çalışıyor. Evden işe, işten eve. Zaten öyle olmasa annesi uygun görür müydü onu biricik oğluna? Üniversitede çok vardı o serbest kızlardan. Gönlünü onlardan birine kaptıracak diye ödü kopardı annesinin. Deniz vardı mesela. Ailesinin ne olduğu adından belli Deniz. Çok güzel kızdı Allah’ı var. Güldü mü gece bile aydınlanır sanırdın. Adına inat kahverengi gözleri vardı. Saçları sarıya çalan bir kahverengi. Güneş ışıklarını en çok onun saçları yansıtırdı sanki, gözleri kamaştırırdı. Uzun boylu. Zayıf sayılmaz. Eskilerin hükümet gibi kadın dedikleri cinsten. Güzel olduğunun farkında değilmiş gibi davranınca daha da güzelleşiyordu. Üstüne başına pek özen göstermez, bazen bir kot, bir tişörtle gelirdi derse. Kışın bile tişört giyerdi. Kız dediğin minyon olur, süslenir, üşür. Deniz farklıydı ama. Yaz geldi mi hepten mini şortlarını, eteklerini giymeye başlardı. Hem ayıplar hem hayran olurdu o zamanlar. Bir keresinde sıcak bir Haziran günü anfide yanına oturdu. Nasıl güzeldi uçuş uçuş yeşil çiçekli elbisesinin içinde. O gün dersi hiç dinlemedi. O serbest kızlardan biriyle baş göz olmak istesem Vildan’a mı bakarım Deniz varken? Hâlâ aramadı Vildan. Başka biri mi var yoksa? Ne yediği yemekten bir şey anladı, ne dinlediği haberden. Müsaade alıp odasına çekildi. Annesi işkillendi muhakkak. Kararlı, bir şey söylemeyecek. Birbirini tanıma aşamasında olur böyle şeyler. Başka bir şeye sinirlenmiştir o. Canımı yakmak için öyle konuşmuştur. Aramalı Vildan’ı. Araya soğukluk girerse daha fena olur. Telefonu eline aldı. Rehbere girdi, çıktı. Vildan’ın adı ekranda göründü, kayboldu. Sonra internete girip Deniz Kolcuoğlu’nu aradı önüne düşen profiller arasında. Bulamadı. O sırada telefonu çaldı.
Leave a Reply