24.11.2024, 06:15, Berlin
Dün yetmiş üç yaşındaki Renate ile tanıştım. Hayatımın sonuna kadar o günü unutmayacağım (umarım). Sezer’in canı döner istedi. Yakınlardaki dönerciye yürürken bir kadın “Almanca biliyor musunuz?” diye yaklaştı. Aramızda Türkçe konuşuyorduk, başka bir dil olduğunu anlamış. Bu detay devamında önem kazanacak. Olumlu cevap verince bir yer aradığını söyledi. Çevresinde kilise varmış, sarı bir bina varmış. Konuşurken zorlanıyor ve çok kısık sesle konuşuyordu. Çevredeki kiliseleri listeleyip ona gösterdik, sorular sorduk. Maalesef hiçbir sorumuza tam olarak cevap veremedi. Aklından geçenleri sıralıyordu. Kafasının karışık olduğu belliydi. Bir süre bakındık sonra üzerinde kimlik olup olmadığını sorduk. Çantasından cüzdanını uzattı. Çeşitli kartlar uzatıp “Yazıyor muymuş?” diye sordu. Yazmıyordu. O noktada çok panik oldum, neyse ki Sezer vardı. Kadının belli ki bir sağlık sorunu var. Ya bir şey olursa, ya günlerdir kayıpsa gibi çeşitli senaryoları üretmeye başladım. Sonra “Residenzstrasse” dedi. Beraber yürümeye başladık. O sırada Sezer günü ve yılı sordu. Yılı bilse de günü söyleyemedi. Caddeye vardık. Ama aradığı yerleri bulamıyordu. Polisi aramamızı istemedi. “Beni bakımevine koyarlar,” diyerek ağlamaklı oldu. İkna edemedik. Polisi arayacağımızdan emin olunca bizden uzaklaşmaya başladı. Vazgeçtik, biraz daha bakınmaya karar verdik. Göle doğru yürümeye başladı. Hâlbuki evinin yakınlarında göl olmadığını söylemişti. Bir kez daha çantasına bakmasını belki bir kart bulabileceğimizi söyledik. O sırada bir mucize oldu ve normalde boynunda asılı olması gereken acil durum kartını buldu. Kartta adı soyadı, adresi, Berlin’de yaşamadığı belirtilmiş kızının telefon numarası ve birkaç kişi ismi daha vardı. Adresi arattık. Bulunduğumuz yere yürüyerek yirmi bir dakikaydı. Oraya gelene dek de on beş dakika yürümüştük. Renate kaç saat sürdüğü belirsiz şekilde evinden üç kilometre uzaklaşmış. Konuşmalarımızdan birkaç saattir dışarıda olduğunu çıkarabilmiştik. Hava çok soğuktu. Renate taksi istemedi. Yine başladı önden önden yürümeye. O yaşta saatlerdir sokakta olan bir kadına göre öyle fitti ki, neredeyse koşuyordu. Gölün yanından geçtik. Berlin’in bilmediğimiz mahallelerine doğru yürümeye başladık. Kızını aramayı teklif ettik ama kabul etmedi. “Burada değil, panik yapar,” dedi. Doktora gitmesi gerektiğini söyledik. “İlacımı sabahları ve akşamları alıyorum,” dedi. Adresi bulunca rahatladık ama evde biri var mı, nasıl bırakacağız gibi şeyleri düşünmeye başladık bu sefer de. Bir noktadan sonra Renate, yolu hatırladı. Bizi yönlendirmeye başladı. Konuşması kısmen anlamlandı, bize laf atmaya başladı beraber maceraya atıldık diye. Hâlâ kızını aramamızı istemiyordu. Karttaki adrese bir kez daha bakmak bahanesiyle fotoğrafını çektik. Kilise dediği yer beraber yaşam kompleksinin ofis şeklindeki kilisesiymiş. En yakın sarı bina da kompleksin karşısındaki marketti. Bizi de evine çağırdı. Tam o sırada ev telefonu çaldı. Kızıydı. O kızına anlatırken kapıyı çektik ve çıktık. Sonra kızını aradık. Renate, demans hastasıymış. Kendi başına yaşayabilecek durumdaymış ama ilk kez böyle bir şey yaşanmış. Kızı ya yanına alacağını ya da bakımevine yatıracağını söyledi. Renate’nin korktuğu tüm sonuçlar… Renate kendi düzenini kaybedecek. Ortamı değiştiği için hastalığı hızlanacak. Yakında Renate, Renate olmayacak. Bunu düşünmek kahrediyor beni. Dünden beri etkisinden çıkamıyorum. Kafatasımızın içindeki o et kütlesinin, bizi biz yapan şeyin hâlâ nasıl çalıştığını ve düzgün çalışmaya ne kadar devam edeceğini bilmiyoruz. Renate, konuşulanın Almanca olmadığını anlıyordu ama ana dilini düzgünce konuşamaz hâldeydi. Belki onu o yapan hatıralar çoktan silinmişti. Beynindeki kaosu anlamlandırmaya çalışıyor ama olmuyordu. Hiç bitmeyecek bir dilimin ucunda hissi.
Leave a Reply