“Hellooo! Welcome, welcome! Very good prices. Come look, no problem!”
”Yabancı değilim efendim.”
”Apo! Beybaba bizden çıktı iyi mi? Buyur beybaba halılarımız çeşit çeşit.”
”Teşekkür ederim. İyi günler.”
Buralara geldi mi oldu olası yabancı sanırlar. Büyük babaanne Rümeysa Hanım, kızıl saçlıymış. Pek talibi olmamış. En son yüklü bir çeyiz ile yaşı geçkin, şehrin Tapu Kadastro Müdürü’ne baş göz edilmiş. Kızıl Gelin, birbiri ardına üç erkek evlat doğurduktan ve Müdür Bey şehrin eteklerinde tarım yapılamadığından pek rağbet görmeyen yerleri sıra sıra satın almaya başladıktan sonra Şanslı Gelin diye anılır olmuş. Çipil gözleri ve kızıl saçları oğullarda değil ama ilk torunda çekinikliklerini üzerlerinden atıp ortaya serilmiş. Bir çocuğu olsa kızıl saçlı olur muydu, kim bilir…
Çarşıdan uzaklaştıktan sonra dönüp arkasına baktı. Kimse yok. Ne olur ne olmaz. Neler duyuyoruz? Nemli hava, güneş yükseldikçe iyiden iyiye zorlamaya başladı. Keşke bir taksi tutsaydı. Ter kokmasa bari. Çıkmadan ince ince ütülediği gömlek terden buruş buruş. Ne rezillik. Taksicilere de güvenilmez. Taksimetre açmadan kafasına göre fiyat belirlerler. Sen önceden haber vereceksin de o zamanında mı gelecek sanki. Okula varınca tazelenmeli. Çocuklara önce restoratör ne iş yapar anlatacak. Aysu, “Sanat ve tarihe ilgileri artsın. Sizin gibi kıymetli bir insandan feyzalsınlar istiyorum,” deyince hayır diyemedi. Aysu’ya hayır demek kabil miydi? Yumuşacık ses tonu karşısındakini sarıp sarmalıyor, tatlı dili senelerin yalnızlığını delip geçiyordu. Her gün çağırsa, her gün gider. Yeter ki Aysu, ona gülsün.
Nihayet okul göründü. Aysu bahçede bekliyor. Ortalıkta çocuk yok. Lacivert bir pantolon, açık mavi bir gömlek giymiş. Vücudunun biçimli hâli bol kesimli kıyafetlerden bile belli. Kaç sene oldu bir kadının vücuduyla ısınmayalı? Aferin Nejat, dedesi olacak yaştasın, şu düşündüklerine bak. Aysu onu görünce bahçe kapısına kadar geldi, elini sıktı. Sıcak havada bile ferahlatan bir sıcaklık yayıldı eline.
”Mümkünse derse girmeden bir tazelenmek istiyorum. Bugün hava çok sıcak.”
”Haklısınız. Yürüyerek mi geldiniz? Bir taksi falan ayarlasaydık keşke, düşünemedim. Kusura bakmayın lütfen.”
”Yürümek iyi geliyor Aysu Hanım, tasalanmayın. Bana da değişiklik oldu. Çarşıda işlerim vardı zaten. Yaşlıysak hepten toprağa da girmedik ya, değil mi?”
Aysu’nun yüzü karıştı. Gülmenin saygısızlık olduğunu düşünmüş olacak. Tuhaf sessizlik ânı, sahte kahkahası ile bölündü. Aysu’nun yüzü yatıştı. Yaşlılık adamı boşboğaz ediyor. Yüzünü yıkadı. Buruşuk gömleğini elleriyle düzeltmeye çalıştı. Boşa çaba. Neyse ki ter kokmamış.
Çocuklar beklediğinden büyük. Meraklı gözlerle daha önce işitmedikleri bir mesleği olan yaşlı adama bakıyorlar. Önce çekingen davranan sınıf, Nejat anlattıkça canlandı. Çocuklar nerelerde çalıştığını sorduklarında Aysu’nun temin ettiği Avrupa haritası üzerinde gösterdi. Zaman geçtikçe açıldı. Çocukların enerjisi onu da tazeledi. Ta ki bir kız çocuğu aksayan bacağına getirene kadar. “Doğuştan,” diyerek yanıtladı onu. Ama kızın gözlerinin ışıltısı sönmedi. Parmağı yine havadaydı.
“Ninem dedi ki, lanetten olmuş.”
Lanet lafını duyan sınıf hareketlendi. Aysu da şaşkın görünüyordu. Nereden bulaştı bu işe? Lafın dönüp dolaşıp buraya geleceği belliydi. Ah Nejat, sen ne zaman akıllanacaksın? Lafı değiştirmesi için Aysu’dan yardım bekliyordu. Tek başına sınıfı kontrol altına alması mümkün değil. Aysu’nun sessizliği uzun sürdü ama çocukları susturmayı başardı. “Ne laneti Melike? Her duyduğumuza inanmıyoruz, bilimin yolundan sapmıyoruz. Değil mi?”
”Doğru söylüyorum öğretmenim. Ninem anlattı. Denizin altında mezarlar var ya orada olmuş. Dedem de oradaymış. Mezar açılmadan kaçmış da kurtulmuş.”
Ekrem’in torunu demek. Tüydüğü yetmedi, bütün şehre maskara etti bizi. Bu iş toparlanmayacak. Müsaade isteyip gitmeli. Aysu da meraklandı artık. Herkes bir açıklama bekliyor.
”Melike, deden Ekrem’i tanırım evet. Bacağımın aksamasına sebep olan kazada beraberdik. Ancak sonrası dedenin hayal gücü desem bana kırılmazsın umarım. Lahitten bir parça bacağıma düştüğü için aksıyorum.”
Kulakları uğuldamaya başladı. Neyse ki bu kez Aysu araya girdi.
”Evet çocuklar, Nejat Bey’e çok teşekkür ediyoruz. Bizi kırmadı. Buralara kadar geldi. Bir sürü şey öğrendik değil mi? Evet, hep beraber alkışlıyoruz Nejat Bey’i.”
Alkışa başlayan sınıfı bölen yine Melike oldu.
”Öğretmenim lahitten ne almış? Dedem bir şey aldığını görmüş.”
Ah Ekrem, ah! Ne vardı bu kadar konuşacak. Sussan payını alacaktın sen de. Aysu pişman, belli. Senin neyine çocuklara ilham olmak. Artık Aysu uğraşır durur. Daha da yüzüme bakmaz.
Aysu bu sefer daha sert bir sesle, “Melike! Bu konuyu kapatıyoruz. Nejat Bey’i alkışlayarak teşekkürümüzü gösteriyoruz.” Ardından allak bullak olmuş bir suratla Nejat’a döndü. Elini uzattı ve sıktı. Sahte gülümsemesinin altındaki sinir kendini belli ediyordu. Saklamaya gerek duymamış olacak. Ne de olsa dedikodulardan bahsetmeliydi ona. Belki o zaman lafın oraya gelmesini engelleyebilirlerdi. Belki o zaman çağırmazdı onu derse. Sonuçta illegal bir kazıydı. Sen çocuklara örnek olacak insan mısın Nejat?
Aysu’ya teşekkür etti. Ağır adımlarla sınıftan çıktı. Yola varana dek durmadan yürüdü. Sonra kendini kaldırımın kenarına bıraktı. Yoldan geçen taksi önünde durdu. “İstemem,” deyip yolladı. Ayağa kalktı. Dönüş yoluna geçti. Cebindeki yeşim taşını okşadı. Bir süre sonra iyice açığa çıkacak. Ölümü geciktikçe sorular artacak. Gitmek lazım.
Leave a Reply