Konstantiniyye Üçlemesi’nin ikinci kitabı olan Karadelik Güncesi konu olarak bir önceki kitapla devamlılık göstermese de onun karakterlerine epey gönderme yapıyor. Ancak kitaplar farklı bir sıralamayla da okunabilir diye düşünüyorum.
Geçmişin ve geleceğin iç içe girdiği, tüm zamanların aynı anda yaşandığı bir İstanbul’dayız. Grotesk bir atmosfer hâkim. Yaz aylarında kar yayıyor, sonbahar ayları ise çok daha soğuk geçiyor. Henüz Marmaray yapılmamışken denizin altından iki yakayı birbirine bağlayan bir metro da var, faytonlar da. Altın ve delikli kuruşlar tedavüldeyken, kredi kartıyla da ödeme yapabiliyoruz. Bir yanıyla çok iyi bilirken, bir yanıyla hiç bilmiyoruz anlatılan şehri. Sokak hayvanları, yenilen yemekler bile farklı. Ali Teoman gerçeklik algımızla ustaca oynuyor.
Ali Teoman bir dil dâhisi. Dile hâkimiyeti tartışılmaz. Sadece Türkçeden bahsetmiyorum. Osmanlı Türkçesine kattığı öz Türkçe kelimelerle, kitap boyunca icat ettiği yüzlerce ironik kısaltmayla, yarattığı her karakteri başka bir biçimde konuşturmasıyla bir oyun hamuru gibi oynuyor dille. Yaratılan o ilginç karakterler kendilerine özgü konuşma biçimleriyle apayrı bir hâle bürünüyor. Derviş karakteri Türk edebiyatındaki en ironik karakterlerden biri örneğin. Öte yandan güvenilmez anlatıcılarda dolu olan bu romanda ironinin ve parodinin had saffaya çıktığı karmakarışık diyaloglar mevcut.
Ali Teoman’dan olmasaydı bu kadar sert bir kitabı okuyabilir miydim emin değilim. Kitabın başlarında sezdirilen bazı şeylerden bile rahatsız olurken bir noktadan sonra tamamen filtresiz bir dille okuru irite edebileceği kadar ediyor yazar. Daha ötesi kağıt ve kalemle yapılamaz.
Metin Üç Silahşörler ve Yedi Uyurlar ile paralellik kuruyor. Onun dışında neredeyse her cümle bir şeylere selam çakar nitelikte. Freud, tasavvuf, Venedik’te Bir Ölüm, Karl Marx, Nietzsche gibi birçok kişiye, konuya ve kitaba gönderme yapılıyor. Bunların ne kadarını yakalayabildim emin değilim. Her göndermeyi anlayacağım diye bir amaç gütmüyorum okurken ama bu oyunların bulmacalara düşkün okurları baştan çıkardığı da aşikâr.
Postmodern edebiyatın anlatı oyunlarından da vazgeçmiyor Ali Teoman. Anlatılan hikâyede kusur bularak tekrar anlattırıyor ya da kitabın sonunda ana karakter birden anlatıcı olarak karşımıza çıkıyor. Her yönüyle tuhaf, her yönüyle tekinsiz bir kitap.
Leave a Reply